Ülkemiz bu Ramazan'da
PKK adlı '
cinayet şebekesi'ne verdiği 40'ı aşkın şehidin hüznünü yaşadı.
Bu topraklar kutsal topraklardır. Ücra bir köyde tüten 'en son ocağın', en
yoksul tarlada
yeşeren tohumun bile bunun farkında olduğunu anlamak için, 30 yıllık kanlı
teröre rağmen bir arada yaşamanın dayandığı kardeşlik mayasının nasıl bozulmadığını anlamak yeterlidir.
Hüznün gölgesinde
Bu topraklar yaklaşık 100 yıl önce büyük bir imparatorluğu kaybetmenin sarsıntısını yaşamıştır. İmparatorluk, büyük güçler tarafından paylaşılırken, bütün bu coğrafya sömürge haline getirilmek istenmiştir.
Türkiye, imparatorluk mirasından milli bir devlet kurarak, yeni rejime, cumhuriyete geçmiştir. Bir anlamda,
milli mücadele sömürgecilik hesaplarını bozup milli devleti kurarak kendi
medeniyet coğrafyasında siyasi olarak ayakta kalmayı başarmanın yolunu açmıştır.
Terörün, uluslararası politikanın aracı olarak önemi, bu bağlamda anlaşılmalıdır. 20. yüzyılın başında parçalanıp, paylaşılan Türkiye'nin yüzyıl sonra, 21. yüzyılın başında yeniden kendi coğrafyasında 'emperyal bir etki' kazanması uluslararası güç dengesi içinde kolay kabul edilebilecek bir durum olarak görülmemektedir.
Unutmayalım ki, sıfır noktasına kadar geriletilmiş PKK,
Irak'ın ABD tarafından işgal edildiği günden bu tarafa, onun işgal yönetimi altında tekrar güçlenmiş, hatta resmi ABD yetkililerinin ifadelerinde ortaya konulduğu gibi içinden İran'a karşı da
PJAK yapılanması oluşturulmuştur.
Bugün ABD'nin denetimi altındaki bölgede PKK'yı, hem Türkiye'ye hem de İran'a karşı nasıl koruduğunu, yaşamasına imkân sağladığını düşünmek gerekir.
Türkiye, bu konuda oyunu açık oynamak durumundadır. ABD-
İsrail ikilisinin 1
Mart Tezkeresi ve Irak işgal sürecinde Türkiye'ye karşı tavrı açık olmuştur. Bu iki devletin terör örgütüyle yakınlaşmaları bugün ne düzeydedir? Bu tavır devam edecek mi, yoksa iki müttefik arasında olması gereken bir nitelik mi kazanacak?
Türkiye'nin üç alanda gösterdiği başarıyla, katettiği mesafeyle, terörün uluslararası
sistemin politik bir aracı olması neticesinde yeniden azdırılması arasında bir münasebet var. Türkiye'nin,
demokratikleşme sürecinde ısrar eden bir yaklaşımı benimsemesi,
ekonomik gücünü giderek kendi iç dinamikleriyle artıracak seviyeye ulaşması, bölgesel bir ilişki ağı yaratarak küresel sistemde kendisine bir alan açması önemlidir.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın düzenlediği
iftar yemeğinde konuşan
Dışişleri Bakanı Prof. Dr.
Ahmet Davutoğlu, Türkiye'nin tarihi yürüyüşünün bugün geldiği aşamayı ve sorunları değerlendirirken, PKK'nın son cinayetlerine işaret edip, bunların yarattığı acının ve hüznün bu Ramazan'da ülkenin üstüne düştüğüne vurgu yaptı.
Terör neyin bedeli?
Bahsettiğimiz üç alandaki gelişmeler, devletin kendi halkıyla kurduğu ilişkilerin mahiyetini bu ülkenin tarihsel kimliğiyle tutarlı bir biçime dönüştürmektedir. Türkiye'nin demokrasisi kurumsallaşıp, güçlendikçe halkının devlete olan güveni artmakta,
sivil toplum bizatihi gelişmenin dinamiği haline gelmektedir. Başta
Avrupa olmak üzere, birçok coğrafyada ekonomide yaşanan karamsarlık tablosuna rağmen, Türkiye'nin
üretim yapısının enerjisini kaybetmemesi, büyümesini sürdürmesi bunun açık ifadesidir. Son yıllarda hızla gelişen bölgesel ilişkiler hem ekonomideki bu enerjiyle hem de halkın derin kültüründe yaşayan emperyal vizyonla, özgüvenini yenilemesine yol açmış ve gelecek tasavvurunu güçlendirmiştir.
Terör böyle bir süreçte Türkiye'nin karşısına tekrar çıkarılmaktadır. Uluslararası sistemin, Türkiye'nin yeni konumu karşısında, terör aracını uzun soluklu kullanmasının, sistem açısından da sürdürülemez olduğunu görmesinin artık zamanı gelmedi mi?