Geçen hafta
OSTİM tarafından düzenlenen temalı iftarın konusu
Somali idi. Daha doğrusu, OSTİM yetkilileri konuyu "Somali'nin
balıklarını kim çaldı?" olarak belirlemiş. Yapılan sunumda Somali'nin zengin kıyı şeridini koruyamamasıyla uğradığı zararın üzerinde duruluyordu.
Uzmanlar, Somali'nin
yabancı balıkçılık gemilerince kanunsuzca yapılan balık avında yılda 300 milyon dolar kaybı olduğunu söylüyorlar.
Nüfusun 10 milyon kişi olduğunu düşünürsek kişi başına kayıp yılda 30 dolara denk geliyor. Ülkenin gayri safi milli hasılası hatta nüfusunun dahi doğru ölçülemediğini biliyoruz ancak 30 doların kişi başına gelirin (satın alma gücü paritesine göre) yüzde onu civarında olduğunu düşünebilirsiniz.
Somali, kıyı güvenlik altyapısı ve gücü olmadığı için bu kayba uğruyor. Somalili
korsanlar, elde ettikleri yılda 100 milyon dolarlık gelirle 300 milyon dolarlık kaybın üçte birini geri aldıklarını söylüyorlar. Yani kişi başına 10 doları geri alıyorlar. Ancak, yılda kişi başına net 20 dolar, Somali için
ihmal edilemez bir büyüklük olsa da
ülkenin sorununa kalıcı ve yeterli bir çözüm olmadığı belli.
Somali bu duruma nasıl düştü?
Somali'nin bu duruma düşmesinde iki ana faktör rol oynadı: Ülkenin
ekonomik ve siyasi yapısını bozan Batılı güçler (
İngiltere ve
İtalya) ve sonrasında ülke halkının bir ekonomik ve siyasi yapı ortaya çıkartamaması.
Somali tarih boyunca önemli bir
medeniyet merkezi idi. 19. yüzyılda, yani
İngilizlerin tüm dünyanın kendilerine ait olması gerektiğini düşündükleri dönemde Somali'ye saldırdıkları anda dahi Somali'de oldukça gelişmiş bir uluslararası ticaret ve
üretim ekonomisi olduğu biliniyor.
İngiliz saldırılarından sonra ülkede başarılı bir direniş örgütlenmesi oluştu. Bu direnişi ve ülkenin ekonomik ve siyasi yapısını İngilizler Birinci Dünya
Savaşı sonrası (hani şu
Amerikan Başkanı Wilson'ın milletlerin kendi kaderini belirleme hakkı fikrini ortaya atmasından sonra) hava bombardımanları sayesinde ortadan kaldırdılar ve özgür insanları sömürge halkı haline getirdiler. 1920'lerdeki bu yıkımdan sonra ülke İtalya ile İngiltere arasındaki paylaşım kavgasının parçası oldu ve bir daha kendine gelemedi.
1969-1991 arasındaki sosyalist dönemde siyasi ve ekonomik bir yapının kurulması için çaba gösterildi. Ancak bu dönemde de hem diktatoryal eğilimler hem de
bölgesel ihtilaf sebebiyle ülke rahatsızdı. 1991 sonrasında ise ülke hem
iç savaş hem de
Etiyopya ile ihtilaflarla meşguldü.
Sonuçta, siyasi ve ekonomik bir yapının kurulamaması neticesinde 640 bin kilometrelik (
Türkiye yüzölçümünün yüzde 80'i) yüzölçümüne sahip 10 milyonluk (Türkiye nüfusunun yüzde 14'ü) bir nüfus bugün (tekrar) topluca
açlıkla karşı karşıya.
Ancak daha önemlisi, ilerideki açlık risklerini ortadan kaldıracak bir ekonomik ve siyasi yapıya sahip değil. Bir ülkeyi yönetenlerin en önemli sorumluluklarından birisi halkının insan gibi yaşamasını sağlayacak geliri üretecek bir ekonomik yapıyı kurmak olmalı. Geliştirilen siyasi yapı da özgürlükleri ve bu ekonomik yapıyı
desteklemeli. Somali'de önce yabancı güçler sonra da iç anlaşmazlıklar bu durumu engellemiş. Açlık sorunu çözüldüğü zaman asıl soruna eğilinmesi gerekiyor.
Fatih projesi
yerli firmalarca gerçekleştirilmeli
Önce de yazmıştık. Fatih projesi teknoloji ekipmanları alınmasını kapsıyor. Bu projede alınacak ekipmanlara mutlaka yerli muhteva şartı konmalı. Bu ekipmanların ömrü birkaç ile maksimum on yıl arasında değişecek ve ciddi bir kaynak maliyeti olacak.
Örneğin,
savunma aynı ofsetlerinde olduğu gibi alınacak ekipmanların satın alma maliyetlerinin yüzde 50'sinin üzerindeki kısmı yurtiçi firmalara akmalı. Ayrıca, ana yüklenicilere KOBİ'lere iş verme zorunluluğu getirilmeli. Aksi takdirde
kriz döneminde yerli yabancı firmalara ciddi bir destek vermiş olacak, Türkiye'deki değil yurtdışındaki istihdamı desteklemiş olacağız.
Türkiye'nin güney komşuları
Türkiye'nin güneyi
Suriye'den
İsrail'e insanlık katsayısı oldukça düşük yönetimlerle çevrili.
İsrail 9 Türk vatandaşını şehit ettikten sonra özür dilemek gibi "kolay" bir opsiyonu elinin tersiyle geri çevirdi. İleri sürülen sebepleri basından takip ediyorsunuz. Masa başında hazırlanmış raporları da. İsrail
lobi gücünün etkili olduğu ABD desteği ve sübvansiyonuyla ayakta duruyor. Kendi vatandaşı olan milyonlarca Filistinliyi
ucuz işçi olarak kullanırken yine milyonlarca Filistinliyi
Gazze ve Batı Şeria'da konsantrasyon kamplarında tutuyor. İsrail şimdi Mavi Marmara'dakine benzer yaklaşımıyla Mısır'la da arasını bozdu.
Suriye ise kendi halkından başkasına etkili olmamak üzere bina edilmiş ordusunun silahlarını bir kez daha sorumsuzca halkına çevirdi.
Rusya ve Çin gibi yayılmacı güçlerden ve İran'dan aldığı destekle ayakta duruyor. Ülkenin verimli toprakları ve ekonomisi
gelişim açısından bölge ortalamasının 50 sene gerisinden geliyor. Türkiye her ikisiyle de iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Her ikisi de yaşanabilir bir bölge oluşturmayı amaçlayan bu samimi eli kabul etmiyor.