Afrika'da kıtlık, kuraklık ve
iç savaş yaşayan ülkeler için oruçlu ağızlarla istiska dualarına çıkılırken bir taraftan da
uygulama farkları dikkat çekiyordu.
Zaten dört camisi bulunan yirmi milyonluk São Paulo'da birinde yirmi rekât kılınan
teravih, diğerinde sekiz rekât olarak eda edildiği için insanlar ister istemez soruyor. Buna bir de "teologların"
ibadet ve kulluk şuurunu topa tutmak istercesine yaptıkları aşırı yorumlar eklenince, meseleye açıklık getirmek şart oluyordu.
Ergun Çapan hocamız, sağ olsunlar geçen hafta yorum sayfalarında yayınlanan yazısıyla konuyu enine boyuna ortaya koydular. Daha sonra Prof. Dr. Hüseyin
Elmalı hocamızın aynı konuda yazdığı bir
makale elime geçti. Elmalı hocanın, Hz. Aişe hadisi, Hz. Ömer zamanında başlatılan yirmi rekât uygulaması ve
İmam Malik Hazretlerinden gelen
Medine halkının 36 rekât olarak teravih namazını kıldığına dair haberi karşılaştırmasında bir nokta dikkatimi çekti.
Elmalı hoca yorumunda, Efendimiz'in (sas) Hz. Aişe'nin rivayet ettiği üçü vitr olmak üzere on bir rekât kıldığı namazlarda Kur'an'ı hatmettiğini zikrediyor.
Mescid-i Haram ve
İslam âleminin birçok yerde
hatimle teravih geleneğinin menşeinin bu sekiz rekâtlık "kıyam-ı
Ramazan" olduğuna
parmak basıyor. Sonra buna bağlı olarak 20 ve 36 rekât olarak kılma uygulamasını ez-Zerkani'nin, Muvatta şerhinde İbn Habib'den naklettiği bir yorumu zikrediyor.
Bu yoruma göre, Efendimiz'in (sas)
mübarek dizlerinin şişmesine sebep olan uzun kıyam, müminlere ağır geldiği için -Allahu a'lem- Hz. Ömer, teravihte hatimi yirmi rekâta yayarak, kıyamın uzunluğundan kaynaklanan zorluğu hafifletmiş oldu. Aynı gerekçe ile daha sonra teravihte hatim 36 rekâta yayılarak eda edildi. Fakat Medine halkının bu uygulaması Hulefa-i Raşidin'in sünneti gibi kabul gören bir şey olmadığı için Medine dışında başka memleketlere yayılmadı. Hatta bir müddet sonra Medine halkı da teravihi yirmi rekât olarak eda etmeye başladı.
İbn Habib'in bu yorumu, Ramazan'da mukabele yaparak Kur'an'ı hatmetmenin yanında, bir de Kur'an'ın namazda hatmini kulluk ve ibadet âşıklarının gündemine sokmuş oluyor. Şeytanların zincire vurulduğu, açlıkla nefs-i emmarenin ipinin çekildiği bir zamanda, ibadetlerle Allah'a yaklaşma adına dev adımlar atma imkânının varlığı, kaçırılmaması gereken bir fırsat olsa gerek.
Bir can dostundan gelen e-
mail, İmam Azam'ın talebede aradığı bazı vasıfları naklediyordu. Büyük İmam dermiş ki; "Talebe kedi gibi mütemellik, köpek gibi sadakatli ve
horoz gibi seheri olmalıdır."
İmam Azam'ın, talebenin istifadesi için lüzumlu gördüğü bu vasıflara bakınca sormadan edemiyor insan: Ya kul nasıl olmalı?
Eğer kuraklıktan ciğerleri kurumuş hemcinslerimiz için el açıp niyaz edeceksek, nasıl temellük etmeli, nasıl sadıkane duaya devam etmeli ve Cenab-ı Hakk'ın dünya semasına nüzul buyurduğu seher vakitlerini nasıl değerlendirmeliyiz ki, dua külliyet kazansın ve Arş-ı Rahman'ı ihtizaza getirsin?
Yazıyı yazarken, yağmur sesi,
tatlı bir musiki nağmesi gibi kulaklarımda tınlıyordu. İnsanları kucaklamak istercesine yere yaklaşan bulutların arasında parıldayan
şimşek, farklı bir derinliğin kapılarını aralıyordu. Aklıma şimşeğin kamçıya teşbihi geldi. Acaba dualara icabet edilir de şimşek kamçısıyla, rahmet bulutları Afrika'nın naçar insanlarına doğru sürülür müydü? Neden olmasın ki? Teologlar
tartışma çıkaradursun müminlere dua çok yakışıyor.