Hakkâri Çukurca’da
PKK’nın
mayın tuzağında şehit olan askerler, son yolculukları için önce “memleketleri”ne uğurlandılar, hüzünlü törenlerin ardından toprağa verildiler.
Memleketleri, Kırıkkale’ydi.
Balıkesir’di.
Yozgat’tı.
Konya’ydı. Mersin’di. Ordu’ydu.
Emekliliğine dokuz ay kala yaşamını kaybeden Jandarma Kıdemli
Uzman Çavuş Turan Kurt gibi kimileri son görev yaptıkları yeri “memleket” seçmişlerdi. Salihli’ye yerleşmeyi planlamış, eşini ve çocuklarını bırakarak, bir başka “memleket” köşesindeki görev yerine gitmişti. Eşiyle son konuşması, “24 saattir postallarımı çıkarmadım, burada her an her şey olabilir” kaygısını yansıtıyordu.
Yola döşenen mayın, “memleket”e, eşe dosta, çocuklara duyulan özlemin sonu oldu. Kan,
gözyaşı, acı hepsi birbirine karıştı. Yürekler sızladı.
Konvoyu pusuya düşüren, askeri havaya uçuran PKK açısından da o coğrafya “memleket” sayılmakta.
Otuz yıldır, o memlekette kendilerince “bağımsız yaşamak” adına bir savaş veriyorlar.
Ancak
terör can aldıkça, “memleket sevdası” bir ideal olmaktan çıkıyor, halkları, toplumları, yurttaşları birbirinden uzaklaştıran bir “düşmanlığa”, kan davasına dönüşüyor.
PKK otuz yıldır devam eden bir savaşı, tam da
siyaseten bir çözüm noktasına yaklaşıldığı sırada yeniden ateşledi.
Oysa
seçim yapılmış ve
Kürtleri temsil eden 36 parlamenter Meclis’e girmişti.
BDP destekli bağımsızlara “sol blok” nedeniyle
İstanbul başta batıdan da oy çıkmıştı.
Devlet, İmralı’da
Öcalan ile sürekli
ateşkes konusunda görüşmeler yapıyordu.
2009’daki “demokratik
açılım”ın olumlu-olumsuz deneyimi ışığında
Habur süreci yeniden canlandırılabilir, yeni
Anayasa ile
Kürt sorunu kalıcı bir çözüme kavuşturulabilirdi. Öcalan’ın tam da “devletle anlaştık” dediği anda PKK’nın
Silvan saldırısı gerçekleştirildi. Aynı gün, Diyarbakır’da “Özerk
Kürdistan” duyurusu yapıldı. O tarihten bu yana PKK’nın katlettiği asker-
sivil sayısı 50’ye yaklaştı.
Gelinen noktada artık Kandil’e dek uzanan geniş bir coğrafyada 1990 koşullarına benzer “savaş hali” kaçınılmaz gözüküyor.
Siyaset kazansa, sivil çözüm olsa ya da 2009 açılımında Diyarbakır’daki 1
Eylül Barış Mitingi’nde söylendiği gibi “onurlu” bir dönüş yolu açılsa dağlarda ölmeye, öldürmeye koşullanmış “gerilla” ne yapacaktı?
Öcalan’a “
ev hapsi” düşüncesine kendini alıştırmaya başlayan devlet belki de “PKK’lılar ne olacak?” sorununa hiç
akıl yormadı. Tersine KCK operasyonuyla 3 bine yakın insanı PKK’nın “şehir kadrosu” diye cezaevine gönderdi.
PKK da Arap coğrafyasındaki devrimlerin Suriye’ye, İran’a dayandığını görüp Kürt coğrafyasındaki ayrılıkçı tezlerini yeniden canlandırdı. Bu
bataklık PKK’yı da yutabilir.
Bu memleket bizim. Hepimizin.
Akıl ve sağduyu, kan dökmeden yaşamayı başarmamız gerektiğini söylüyor.