Biri diğerinden mahiyet farkı olmaksızın dünyadaki
Müslümanlar acınacak durumda. "Türk'ün Türk'e
propaganda yapması" misali, her Müslüman ulus devlet kendi halkına kendi propagandasını yapmaktadır.
Kendi içlerinde bir şekilde konsensüse varmış hegemon güçler açık veya gizli
işbirliği içinde
İslam dünyasını tahakküm altında tutuyor, kaynaklarını sömürüyor, Müslüman
toplumları
deney sahası gibi kullanıyorlar.
Savaşlar, mezhep ve etnik çatışmaları,
baskı rejimleri, manipüle edilmeye açık toplumsal patlamalar, kitlesel
yoksulluk, milyonları tehdit eden
açlık, cehalet, kendine karşı güvensizlik, dini hayatın içinin boşaltılarak gösterişe indirgenmesi vs. Genel
manzara içler acısı, utanç verici.
Tabii ki bunun içinden çıkmak mümkün. Hep bir başkasının aklıyla düşündüğümüz için bir türlü çözüm bulamıyoruz. Oysa zengin bilgi, düşünce ve irfan kaynaklarımız, iyi sonuç vermiş tarihi tecrübemiz var. Aydınlarımız ve akademisyenlerimiz gibi siyasi ve idari elitlerimiz de bu kaynaklara sırtlarını çevirdiklerinden bir tür çölleşme hali yaşıyoruz. Kurumlarımız, kuruluşlarımız da öyle. En tantanalı olanları içleri boşalmış, ruhsuz mekanizmalardan ibaret. İKÖ veya yeni ismiyle İslam İşbirliği Teşkilatı'na (İİT), Arap Birliği'ne veya başkalarına bakın,
protokol örgütler olmaktan öte fonksiyon görmüyorlar.
Allah'ın varlık alemiyle ilgili takdiri evrenin kaderidir. Bizimle ilgili muradı izzet sahibi ümmet olmamız. Hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülüklere karşı mücadele eden evrensel/küresel bir toplum olma ideali. Bu toplumun sosyal ve politik çerçevesinin zemini kaynağını İslam dininden alan ahlaki erdemler,
adalet,
özgürlük ve
ilahi iradeye bilinçle teslim olmuş insan yüzlü bir dünyanın kurulması.
Eğer bu ideallere yönelme gibi bir çabamız yoksa, başkalarının bizim için takdir ettikleri kaderimiz olur. Yüzyıllardır bize takdir edilene
boyun eğmiş bulunuyoruz. Birliğimiz paramparça oldu, kaynaklarımız yağmalandı, birbirimizin gırtlağına sarılmış hale geldik. Eğer
Sünni, Şii,
Alevi, Türk,
Kürt, Arap, Fars birbirimizi
imha etmek istemiyorsak; eğer kan içicilerin,
haram yiyicilerin, namus satıcılarının zulmünden ve kirli ellerinden kurtulmak istiyorsak bir şeyler yapmamız lazım.
Yeni bir ruhi, entelektüel, ahlaki ve sosyal hamleye ihtiyacımız var. Bizi ayağa kaldıracak, üzerimizdeki ölü toprağını silkeleyecek
ceset haline gelmiş bedenimize ruh ve kuvvet verecek; uyuşturulmuş şahsiyetimize selim fıtratı,
temiz aklı, adaletin kıstası vicdanı, iffeti, hikmeti iade edecek bir hamle. Medet umduğumuz uluslararası hukuk, uluslararası kuruluşlar, küresel örgütler ve bunların felsefi referansları onları ihdas edenlerin çıkarına
hizmet ediyor. Zengin İslam geleneğinden hareketle bizim yeni idealler, yeni oluşumlar geliştirmemiz lazım.
Her ne gerekiyorsa bunu biz sıradan insanlar dillendirmeliyiz. Siyasilerimiz ve yöneticilerimiz küresel güçlerin baskısı altında, aydınlarımızın zihni üzerinde blokajlar var. Bir kısmı da işbirlikçi, rehavete düşkün ve çıkarcı. İlk iş olarak üç önemli ideali İslam dünyası ölçeğinde öne çıkarmalı, yaygınlaştırmalı ve bunları hayata geçirmeleri için karar verici mercileri baskı altına almanın yollarını aramalıyız:
1) İslam barış gücünün kurulması. Hucurat suresinde genel esasları belirlendiği üzere (49/9) ihtilafları görüşecek, haklıyı haksızdan ayıracak ve yola gelmeyene karşı güç kullanacak bir güç. Barış ve adalet gücü. Bunu Hilfu'l-fudul'un
modern-küresel versiyonu şeklinde tasarlayabiliriz.
2) Haram aylar ideali. Tevbe suresinde (9/36) belirtildiği üzere hiç değilse yılın dört ayını (Zilkade,
Zilhicce,
Muharrem ve Recep) her türlü savaş ve çatışmanın, şiddet ve nefretin yasaklandığı aylar ilan etmeli, bu hürmeti ihlal edenlere hepimiz ortak tavır almalıyız. Ramazan'ın da bunlara eklenmesi nurun ala nur olur.
3) Zekât fonu. İslam dünyası ölçeğinde, öncelikle ağır şartlar içinde yoksulluk ve açlık tehdidi altında yaşayanların geçici ve kalıcı ihtiyaçlarını karşılamak üzere mali bir merkezin kurulması.