Bugün 17
Ağustos Depremi’nin 12’nci yıldönümü.
Dün medyayı tararken,
Kandilli Rasathanesi eski Müdürü Prof. Dr. Ahmet
Mete Işıkara’nın “yatıp kalkıp ‘deprem geciksin’ diye dua ediyorum çünkü yapacak daha işlerimiz var” dediği röportajına dalıp gittim...
Ne Ramazan’ın ertesinde kanın gövdeyi götürme ihtimalinin yükselmesi, ne Suriye’ye tampon
bölge, ne de tüm dünyanın gözlerini diktiği
Sarkozy-Merkel buluşması...
Çünkü dün gibi anımsadığım
17 Ağustos Depremi’ne rahmet okutacak yeni ve o felaketten daha şiddetli bir ‘büyük deprem’ için Işıkara tahmini bir tarih veriyordu:
“
Bilim maalesef bir
depremin yerini ve büyüklüğünü söyleyebiliyor ama ne zaman olacağını söyleyemiyor. Olasılık hesaplarını deprem verilerine uyarladığımızda riskin en yüksek olduğu tarih 2010 ile 2014 arasında...”
‘İnsanlıktan ırak olsun’ diye dua ettiğimiz böylesi bir büyük felaket her şeyi anlamsız bırakacağı gibi, öngörülmesi imkânsız kaosun da başlangıcı olabilir...
Prof. Iışıkara da depremin ‘Türkiye’nin kalbi
Marmara’yı vuracağını’ anımsattıktan sonra şunu da ilave ediyordu:
“
Anadolu’daki bir depremde Marmara, Anadolu’nun yaralarını sarar ama Marmara’nın yarasını Anadolu saramaz.”
***
17 Ağustos 1999 gecesi, 03.02’de bir türlü bitmek bilmeyen 45 saniye sırasında, bize kesilen vadenin bittiğini düşünmüştüm...
Ağır bilançosuna bakarken, Türkiye’nin ‘esas yüzünü’ gösteren çok çarpıcı tespitlere de rastladım. Örneğin, o büyük kayıplar ‘resmi’ olan ve ‘resmi olmayana’ göre ayrılmaktaydı:
‘Resmi raporlara göre, 17 bin 480
ölüm, 23 bin 781 yaralanma oldu. 505 kişi
sakat kaldı. 285 bin 211 konut, 42 bin 902 işyeri
hasar gördü.
Resmi olmayan bilgilere göre ise yaklaşık 50 bin ölüm, ağır-hafif 100 bine yakın yaralanma oldu. Ayrıca 133 bin 683 çöken bina ile yaklaşık 600 bin kişiyi evsiz bıraktı. Yaklaşık 16 milyon insan, depremden değişik düzeylerde etkilendi.’
***
Depreme karşı silahlanan toplumlarda eşdeğer bir sarsıntı bazen çok ufak sıyrıklarla atlatılırken, neden bizde büyük bir çöküntüye sebep oluyor? ‘Depremin bu kadar çok can kaybına yol açmasının sebebi olarak kaçak yapılar, standartlara uygun olmayan binalar ve daha ucuza mal etmek için malzemeden çalan müteahhitler gösterilmektedir.
Depremden sonra tüm Türkiye’de geçerli olmak üzere deprem yönetmeliği çıkarılmış, zorunlu deprem sigortası gibi birtakım düzenlemeler getirilmiş olsa da inşa edilen yeni binaların halen depreme karşı dayanıklı olarak inşa edildiklerini söylemek zordur.
Bu konuda vatandaşı bilinçlendirmek, denetimleri sıkılaştırmak ve yaptırımları uygulamak için devlete büyük bir görev düşmektedir.’
***
‘Siyasetçi-müteahhit-bürokrat’ üçlüsünden oluşan ‘Bermuda Üçgeni’nde resmi rakamlara göre 17 bin 480 kişinin, resmi olmayan bilgilere göre ise yaklaşık 50 bin insanın avantacılık ve beleşçilikten dolayı öldüğü bu
vahşet karşısında cezalanan var mı?
‘Yapım hatalarından çöken binaların müteahhitlerine yaklaşık 2 bin 100
dava açıldı.
Bu davalardan 1800’ü kamuoyunda
Rahşan Affı olarak bilinen Şartlı Salıverme Yasası ve başka hukuki boşluklardan dolayı cezasız sonuçlanmıştır.
Geriye kalan 300 davanın 110 kadarında ceza verilse de çoğu ertelenmiştir.
Bunun dışında kalan davalar ise 16
Şubat 2007
Cuma günü 7,5 yıllık
zaman aşımı sürelerini doldurarak zaman aşımına uğradılar ve düştüler.’
Koskoca Marmara Bölgesi’ni silip süpüren depremdeki tek günah keçisi müteahhit de 7,5 yıl yattıktan sonra birkaç gün önce
tahliye oldu.
***
Ne Ramazan’ın ertesinde kanın gövdeyi götürme ihtimalinin yükselmesi, ne Suriye’ye
tampon bölge, ne de tüm dünyanın gözlerini diktiği Sarkozy-Merkel buluşması...
Çünkü bugün 17 Ağustos Depremi’nin yıldönümü.
Ve Prof. Işıkara yaşadığımız depremi sollayacak bir büyük deprem için tarih veriyor:
“Bilim maalesef bir depremin yerini ve büyüklüğünü söyleyebiliyor ama ne zaman olacağını söyleyemiyor. Olasılık hesaplarını deprem verilerine uyarladığımızda riskin en yüksek olduğu tarih 2010 ile 2014 arasında...”