Bu yazıyı yazabilmem için
Kandil’in bir numarası Murat
Karayılan’ın
İran’ın elinde olup olmadığının ortaya çıkması gerekiyordu. Dün saat 15.01’de
Anadolu Ajansı’ndan gelen haber üzerine önceki günden beri
Türkiye’yi meşgul eden “Karayılan’ın akıbeti” konusunu izlemeyi nihayet bıraktım ve yazıya oturdum.
AA’nın haberine göre
Dışişleri Bakanı Davutoğlu İranlı muadili Salihi ile görüşmüş ve bu zat kendisine “Karayılan’ın İran tarafından yakalandığına dair ellerinde bir bilgi olmadığını” söylemişti.
“İran Meclisi Milli
Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Başkanı” Alaaddin Burucerdi’nin de Türkiye’nin
Tahran Büyükelçisi Ümit Yardım’a “Karayılan’ın yakalandığını söylemedim” dediği, aynı haberde aktarılmıştı. Burucerdi daha önce “
PKK’nın iki numaralı ismini yakaladık” diye bir açıklama yaparak Karayılan’la ilgili iddiaları körüklediği için, şimdi “Ben Karayılan demedim” diye konuşması önemliydi.
Örgüte yakınlığıyla bilinen
Fırat Haber Ajansı (ANF), zaten AA’nın haberinden önce Karayılan’ın yakalandığı iddialarını yalanlamış ve kendisiyle yapılmış güncel bir röportajın Roj TV’de yayımlanacağını duyurmuştu.
Neticede Karayılan’ın İran’ın eline geçtiği iddiaları 2 gün kadar dolaşımda kaldıktan sonra asılsız çıkmış oluyordu.
Doğrulansaydı, çok ama çok şaşırtıcı bir gelişme olacaktı bu...
Neden mi şaşırtıcı?
Şu yüzden:
Suriye’deki
halk ayaklanması sadece
Baas rejimini değil, İran’ın jeopolitiği açısından hayati önemde olan Suriye-İran mihverinin bekasını da tehdit ettiği bir sırada...
Baas rejimini, “Sabrımızın sonuna geldik, gereğini yaparız” diye uyaran Türkiye, böylece kendisini İran’ın bölgesel menfaatlerine aykırı bir pozisyonda konumlandırmış iken...
İran, Kandil’den kendisine bir hafta önce uzatılmış bir eli neden koparsın?
Karayılan bir hafta önce ANF’ye konuşmuş ve netice itibarı ile örgütünün İran’da faaliyet gösteren kolu olan
PJAK kısa adlı “
Kürdistan Özgür Yaşam Partisi”nin artık İran’a yönelik saldırılar düzenlemeyeceğini, Tahran’dan da aynı karşılığı beklediklerini açıklamıştı.
Karayılan’ın İran’a mesajları şöyleydi:
“...Biz PKK olarak İran’a karşı herhangi bir savaş ilan etmedik. İran
İslam Cumhuriyeti’ne karşı savaşmak da istemiyoruz. Neden? Çünkü bölgeyi yeniden dizayn etmek isteyen uluslararası güçlerin amaçlarından birisi de İran’ı kuşatmaktır. Şimdi daha çok Suriye ile uğraşıyorlar. Kendilerince orayı halletseler sıra İran’a gelecektir. Böyle bir aşamada biz
Kürtler olarak ayrıca İran’a karşı savaş halinde olmayı pek doğru görmüyoruz.”
Şu çağrıyı yapmıştı Karayılan:
“PKK’yı (...)
hedeflemenizde bir çıkarınız yoktur. (...) Bu çatışmaya son vermelisiniz. Bu çatışmanın sürmesini isteyen Amerika’dır. Çünkü bu saldırılarınız Amerika’nın çıkarlarına
hizmet ediyor. Onlar hem PKK, hem de İran zayıflasın istiyorlar.”
Karayılan ANF’ye, İran’ın Kandil’i hedef alan yoğun saldırılarını durdurduğunu, bunun karşılığında PJAK’ın da eylemlerini hafiflettiğini anlatmıştı.
Ve nihayet Karayılan “İran’ı yeni saldırılara
tahrik etmemek için” PJAK’a bağlı silahlı güçleri sınır hattından iç bölgelere kaydırdıklarını belirtmiş ve bu “tek taraflı tedbirin İran tarafından dikkate alınmasını” istemişti.
“PJAK”, PKK’nın 2003 sonrasında ABD’nin işgali ve vesayeti altına giren Irak’ta rahatça barınabilmek için geliştirdiği bir “çözüm”dü. Türkiye 1
Mart tezkeresine “hayır” diyerek kendisini denklemin dışına attı; buna karşılık PKK, İran’ı istikrarsızlaştırmak, yani ABD’nin menfaatine bir amelde bulunmak karşılığında yeni bölgesel denklemin fiili unsuru olarak konjonktürün muhafazası altında kendisine bir yer edindi.
PKK o yeri şimdilik muhafaza ediyor...
Ama Suriye’yi etkisine alan “
Arap Baharı” bölgedeki dengelerin altını üstüne getirir, konjonktürü sallar, ittifakları çökertir, düşmanları dost, dostları düşman ederken, “Kandil” de pozisyonunu gözden geçirip yeni jeopolitiğin koşullarına intibak etmeye çalışıyor.
İran 90’lı yıllarda kendi Kürtlerinin düşmanı, PKK’nın ise gizli dostu idi... Çünkü O zaman tehdit algıladığı bir Türkiye vardı karşısında.
Şimdi AKP Türkiye’si müflis “sıfır sorun”u terk edip Arap Baharı bağlamında “Batı İttifakı” ile yeniden hizalanırken, İran, kendisiyle artık savaşmak istemeyen “eski dost”un sahadaki “bir numarası”nı neden yakalasın ki?