Oklarının ucunu aleve batırıp, üzerime boca eden cüceler ordusu gördüm düşümde.
Yay sesi tınladı
kulaklarımda ve gökyüzünde binlerce ucu alevli ok vınladı. Kaçmak ne kelime, koştum aleve doğru ve bağırdım: saplanın!
Öyle bir alevden ıslaklık düşer ki gökyüzünden, hararet söndüren cinsten. Ateş, aşkın gül bahçesi!
Iskalanmak bahtsızlıktır bana göre. Karavana haksızlıktır.
Bazı geceler, gece yarıları hatta... Cinler bile elini ayağını çekmişken duvarlardan, bir sızı sızıyor serin duvardan bedenime. Yazın kavurucu ateşinde, kupkuru toprağa düşen alevden damlalar gibi yağıyorsun geceme.
Ağlıyorsun...
Benim için... Bir başkası için sonra ve bir diğeri için... 'Bu kadar
gözyaşını biriktirmek kolay değil, yürek gerek' diyorum içimden gece vakti. Dünü anlatırken ağlıyorsun, güzel günlerin anısı taşkın bir sele dönüştürüyor göz pınarlarını. Sonra geleceğe dönüyorsun yine gözlerinde gözyaşı bulutları sinmiş olarak.
Sen geleceğe ağlıyorsun, ben gidişine...
Hani yağmur yağınca dizleri sızlar ya insanın, sen ağlayınca kalbim sızlıyor için için.
Hani, güneş batınca büker ya boynunu çiçekler, gittiğinden beri bükük boynum...
Bir tıkırtı duyar gibi hani, kulak kesiliyorum boşluğa her gece. Bir karaltı görür gibi hani, gözlerimi boşluğa dikiyorum saatlerce. Ne bir ses, ne bir gölge!
Sonra gözlerin geliyor aklıma, yemyeşil çimenlerin altından sessizce akan minicik bir pınar gibi parıldıyor hayallerim. Derken sözlerin geliyor aklıma, imsak vakti uzak bir köyden gelen
ezan sesi duyar gibi yüzümü sıvazlıyor ellerim.
Üşüdükçe bakışlarının anısına sığınıyorum. Öyle bir hatıra şehri bıraktın ki ardında, gökyüzünü havai
fişek ışıltıları aydınlatıyor. Caddeler, yeni yağmış yağmurun çitilemesiyle mis... Ne kir kalmış, ne kerahet, ne de isli ruhlarda
ihanet... Alıp götürmüş yağmur hepsini, kentin mazgallarında günah izleri...
Yağmur yıkamasaydı yeryüzünü, nasıl arınırdık kirlerimizden?
Yağmurun hamurunda hüzün var, sadece değdiği şeyi ıslatmıyor, nemlendiriyor kalpleri.
Ve fısıltıyla konuşuyor yağmur. Neler anlattığını yokluğunda anlayabiliyoruz ancak. Yağmur yüklü bulutları kıskanır sıradan sevdalı bulutlar. Çünkü biri derdini döker üzerimize, diğeri ketum.
Yağmur yalnızların melodisini de saklıyor damlalarında. Pencereye her vuruşunda titriyor sevdalıların hüzün telleri. Çatılara ise kara sevdalıların sulu sepken feryatları boşalıyor bu mevsimde.
Bir de dili var damlaların. Gök kubbenin mırıldanarak söylenenleri nasıl biriktirdiğini geri bildiriyor lisanından anlayanlara. Ve diyor ki; ey insan sen manasızca boşluğa bakıp sesimi dinle, ben kalbine bildiririm geriye kalanları.
Yağmur tek başına merhametin ispatıdır. O kadar yüksekten tüy düşse deler insanın başını. Bir rahmet sağanağı,
şefkat panayırı sanki. Her damla ayrı ayrı, ayrı ayrı...
Ve bir merhamet belgesi daha: Zalime de mazluma da, fakire de krala da aynı damla iniyor, aynı rahmet ıslatıyor. Fark şu: Kimi dilini çözüyor bulutların, kimi için anlamsız bir ıslaklık.
Yağmur, her yağışı ayrı bir bestesidir bulutların.
Şüphesiz ki insan nankör. Yoksa tek damlası zayi olmasın diye yağmurun, kendimizi paralardık!
Keşke yağmura dayayabilseydik kulaklarımızı, kim bilir ne hakikatleri fısıldarlardı bizlere!
Yağmur insanlığın gözyaşlarına olan ihtiyacını bilircesine yağıyor dünya kurulalı beri. Korkarım ki ağlamayı unuttuğumuz zaman yağmurlar da bitecek!
Gökyaşı yağmur, gözyaşı gibi...
Yine bir şeyler söylüyor aniden gelmiş
misafir gibi, kaynar yaz geceleri...
İçini döküyor bulutlar, ki onları yalnız sevdalılar anlar!