İman edilecek esasları kendimizin bulması, sonra da ona iman etmemiz istenmez. Bütün iman esasları bildirilir, sonra iman etmemiz istenir. İmana taalluk eden bir esası, bir önemli konuyu, Kur'an-ı Kerim açıkta bırakmaz.
Tam tersine, mükerrer ve muvazzah olarak bildirir.
Hiçbir şey düşünmesem, reenkarnasyona sırf bunun için karşı çıkarım. Bu kadar önemli bir konu, ayrı bir hayat görüşünü gerektiren bir konu, hakikat olsa idi Kur'an-ı Kerim'de açıklanmaz mıydı? Bunun nerelere uzandığını herhalde bazıları düşünemiyor. Bir medyum birilerini hipnoza sokuyor, yahut transa geçiyor, seçkin ruhlardan haber getiriyor, o mesajlar derlenip kitap oluyor! Oradan başlayınca işte buraya varılıyor. İslâm bunu onaylar mı, mümkün mü? Cenab-ı Hak, hâşâ, ruh yaratmaktan aciz mi ki, sabit bir ruh kadrosuna yeni
forma giydirir gibi yeni bedenler giydirsin? Bedeni nasıl yaratıyorsa, ruhunu da yaratır.
Sonra reenkarnasyon geçirmiş bir kişinin şuuru ne olacak? İnsan bunu hissederse aklî dengesini muhafaza edemez. "Ben eskiden şuydum, şimdi buyum" diyebilen sağlıklı bir şuur tasavvur edilebilir mi? Bir ruhla irtibat kuruyorsun, ama o şimdi başka bir bedende ve başka bir şuurla yaşıyor diyelim. O şuurla sana nasıl
cevap verir o? "Ben eskiden bir başka bedende, çevrede, ailede yaşadım, şimdi ayrı bir yerdeyim, çevredeyim, ailedeyim" diyebilen biri farz-ı muhal var olsa, aklî dengesini koruyamaz. Böyle bir hayat olur mu? Bunun şuurunda değil ise, seninle hangi şuurla konuşuyor?
Bunun sonu yok, tutar tarafı hiç yok.
Biz ahirette, şuurumuza sahip olarak yaratılacağız. Çeşitli bedenlerde çeşitli hayatlar yaşayanın şuuru nasıl bir şuur? Yeni doğan birinin ruhu var da şuuru var mı? Önemli olan ruhun şuurlanmasıdır. İnsanın hafızası da o noktadan sonra çalışır. Tekâmül eden "şuurlu ruh"tur. Allah'ın kullarını teşevvüşe sürüklemeyin. Tekâmül bir "birikim şuuru" demektir. Çocukluğumuzdan beri tekâmül ettik edebildiğimizce, çünkü edindiğimiz bilgileri, tecrübeleri şuurumuza kattık. Şuuru silersen hiçbir şey kalmaz. Hz. Ömer'in böyle bir sorusu var, Resulullah'a (sav) "Şuurumuzla mı yaratılacağız ahirette?" diye soruyor. Şuuru olmayanın mükellefiyeti, sürekliliği muhataplığı olmaz. Öyle bir var oluş olmaz. Hiçbir şuur, birkaç hayat yaşamış olmanın bilgisiyle sağlıklı kalamaz. Fıtrata, sıhhate, akla aykırı.
Bazı kişilik bozukluğu hastalıkları var. Bu hastaların bazıları, hayatının çeşitli zamanlarında ayrı kişilermiş gibi yaşıyor. Bir kişiliğinin diğer kişiliğinden haberi yok. Bu bir hastalık. Ruh aynı ruh, fakat bu bir şey ifade etmez. Önemli olan "ruhî-aklî şuur" dengesinin sağlıklı olması. Birkaç kişilik, birkaç şuur demektir ve burada sağlıklı denge kalmaz.
Şuursuz tekâmül olur mu?! Çeşitli kişilikler halinde yaşayarak tekâmül olur mu?! Akla zarar şeyler bunlar.
Ruhların biz öldükten sonra nereye gittiğini bizim dünyevî mantıkla açıkça bilmemiz gerekmiyor. Bu dünyadaki dengemizi koruyabilmemiz için bize bu konuda az bilgi verilmiştir. Az bilgi verilmesinde de hikmet ve rahmet vardır. Zât-ı İlahî hakkında da az bilgi verilmiş ve bu konuda fazla düşünmememiz
tavsiye edilmiştir. Kader meselesi de öyledir. Dalarsan çıkamazsın. Düşünmen gerekenleri de düşünemez hale gelirsin.
Şu yazıyı yazarken bile içimi kasvet kaplıyor. İslâm nerede, reenkarnasyon nerede?
Ölüm sırasında ruh, bedeni şuuruyla beraber (ondan ayrılmadan) terk eder; bir enerji gazı gibi değil. Gittiği yerde de şuuruyla var olmaya devam eder, fakat tekâmül etmez. Bir hal içinde mahşer gününü bekler. Dirilirken de o şuurla dirilir. Konunun ana hatları budur.
İnsan kendi beyninde bile halledemediği meseleleri ve tereddütlü tecrübelerini, uzman sıfatıyla halka (avama) açamaz. Bu bir ilmi sorumluluk terbiyesidir.
İlmî ihtilaflar itidal ve ihtiyat üslubunu gerektirir. İlk ilmî icaplardan biridir bu. Sırasında "bilemiyorum" da diyeceksin.
Tıpta gösterilen özen dinden esirgenmez. Biri beden sağlığıyla ilgilidir, diğeri "ruh-şuur" dengesi sağlığıyla; ikincisi aslen çok daha da önemlidir.
İddia, polemik, gösteriş, asabiyet, ifrat-tefrit, mükabere, dinî sohbet üslubunun özellikleri değil. Reenkarnasyonu falan bırakalım da "itidal" üzerinde tefekkür edelim biraz.