Adam bostana girmiş ve kavunları karpuzları koparıp, çuvala doldurmaya başlamış.
Tam da o sırada bostanın sahibi çıkagelmiş ve adamın başına dikilmiş.
-Ne bu, ne yapıyorsun diye çıkışmış.
Adam pişkin
cevap vermiş:
-Görmüyor musun
fırtına var, ben de bostana tutunarak fırtınanın uçurmasından korunuyorum.
Bostan sahibi bu defa çuvaldaki kavun karpuzlara yöneltmiş bakışını:
-Peki bunlar neyin nesi?
Adam bu defa ıkınmış sıkınmış:
-Ben de tam onların ne olduğunu düşünüyordum demiş.
Bu anekdot, işlenen bir cürümün ortaya çıkması durumunda, suçlunun çaresizliğini sergilemek üzere anlatılıyor.
İnternet andıcı meselesi bu anekdota uyuyor.
Ortada bir cürüm var.
Genelkurmay bünyesinde, meşru hükümete karşı kara
propaganda yapmak üzere 42
site oluşturulmuş. Bu açık. Bunu, andıç
davasının baş sanığı gibi görünen
Dursun Çiçek "
Andıçlar bir gerçek" diye ifade etmiş durumda.
Şimdi sorun, "Bu cürümü kim işledi" noktasında toplanıyor.
Üstelik bu cürümle ilgili dava, medyaya "AKP ve Gülen'i bitirme planı" diye yansıyan "
İrtica ile Mücadele
Eylem Planı" davası ile de birleştirilmiş durumda.
Dursun Çiçek her iki davanın da sanığı idi.
Ve başından beri Dursun Çiçek,
savunmasını "Bir suç varsa bu Genelkurmay bünyesinde işlenmiş olmalıdır ve Genelkurmay'da ben tek başıma değilim" mantığı üzerine oturtmuş bulunuyor.
Hoş, bu arada Genelkurmay'dan yapılan açıklamada, "sitelerin her birinden o görevde bulunan kişilerin sorumlu olduğu, amacı dışında kullanılması durumunda sorumluluğun siteyi kullananlara ait olduğu" belirtilerek Dursun Çiçek
hedef gösterildi.
Dursun Çiçek ise her şeyin emir komuta sistemi içinde gerçekleştiğini ifade etti.
Ve sonra...
Belgelerin üzerinde "Üst
komutana arz" ifadelerinin yer aldığı görüldü.
Ve andıç davasının bir numaralı sanığı olan Genelkurmay eski İkinci Başkanı
Hasan Iğsız dahil tüm sanıklar "Bu ifade en üst komutanı, yani Genelkurmay Başkanı'nı, yani (o dönem için) Başbuğ'u işaretler" açıklamasında bulundular.
Kaç zamandır parmaklar Başbuğ'u gösteriyor.
Başbuğ da bunları görüyor olmalı.
Peki ama ne düşünüyor olabilir?
En üstün bir altı olarak Hasan Iğsız tutuklandı.
Şöyle bir savunma getiriliyor:
-Canım komutanlar paraf atmıştır o kadar, içinde ne olup bittiğine bakmamışlardır.
Belki de öyledir.
Ama işin taa başına gidildiğinde, bu sitelerin, kuruluş kararları verilirken bir misyon tayini olduğunda kuşku yok.
O zamanlar, hükümet aleyhinde iş kotarmanın çok da yadırganır bir şey olmadığından kuşku yok.
Ama bir gün geliyor, Türkiye'nin meşruiyet çizgileri
yerli yerine oturuyor ve bu işlerin
yasa dışı olduğu keşfediliveriyor. İşte orada, Genelkurmay
Adli Müşaviri
Tümgeneral Hıfzı Çubuklu'nun "sitelerdeki bazı malzemeleri
imha" talimatı devreye giriyor. Yani suç malzemelerinin ortadan kaldırılması
eylemi...
Hiç şüphe yok ki
Andıç davası Başbuğ'a doğru hızla yaklaşıyor.
Başbuğ ne düşünüyor acaba?
Bence Başbuğ, şövalyelik göstermeli ve "Genelkurmay bünyesinde ne olmuşsa sorumlu benim" demeli.
Belki de gerçekten bu sitelerde ne olup bittiğini takip edememiştir.
Ancak Genelkurmay gibi bir yapıda vuku bulan "küçücük bir aksama"nın neye mal olacağını görmek açısından bir
ders olmalı bu olay.
Değil mi?
Bir nal bir atı tökezletir, bir at bir komutanı düşürür, bir komutan bir savaşı kaybeder ve
ülke kaybeder.
Hükümeti devirme andıçları düzenlenecek ve komutanın tepesindeki insan bunu görmeyecek... Böyle bir komuta kademesine ülke güvenliği teslim edilebilir mi?
Başbuğ sorumluluğu üstlenecek ve "Bu bize ders olsun" diyecek...
Bence şövalyelik, centilmenlik budur. Dursun Çiçek'i
kurban verip işin içinden çıkmak değil. Hem öyle işin içinden çıkılabilir mi o da meçhul. Ya yarın Başbuğ için de yakalama emri çıkarsa...