Bizim "Kızılderili" diye bildiğimiz Amerika'nın yerlilerinin bir özdeyişi vardır.
Şöyledir:
- Bir adamın ayakkabıları (mokasenleri) ile bir mil yürümeden onu eleştirmeyin...
Mesleği eleştirmek olanların bu özdeyişi kabul etmeleri tabii ki pek mümkün değil.
Çünkü alıştığımız siyasi
eleştiri modelinde genel olarak "İktidar yanlış yapıyor" denilir.
Bu "Yanlış" nitelemesi her konu için geçerlidir. Örneğin
Başbakan Erdoğan için "
Suriye konusunda yanlış yapıyor" dersiniz veya yazarsınız.
Ya da YAŞ'taki terfileri ele alıp "Diklendi ama dik duramadı" dersiniz.
Veya "
Kürt açılımı yanlıştı" diyebilirsiniz.
Doğru olan ne?
Bu eleştiri modelinde alışık olmadığımız yaklaşım "
Hükümetin izlediği yol yanlıştır, bunun doğrusu şudur" şeklinde olandır.
Örneğin "Suriye'deki olaylara uyarıcı tepkiler koymak yerine bu olayları görmezden gelip susmak ve olacakları kadermiş gibi kabul etmek daha doğrudur" demek de mümkündür.
Ama bu eleştiri de "Hükümet hiçbir şey yapmasın" anlamına gelir.
Kızılderili özdeyişinde "Eleştirdiğiniz kişinin ayakkabılarını giyip bir mil yürümek" söylemi ile "Empati" gereği ifade ediliyor.
Örneğin 23
Şubat 1962'de Başbakan İsmet
İnönü'nün ayakkabılarını giymiş olsaydınız...
İki gün önce 21 Şubat'ta
Talat Aydemir
Harp Okulu öğrencilerini silahlandırarak Ankara'da
darbe girişiminde bulunmuş.
İnönü'nün ayakkabıları ile...
Bu darbe girişimi darbecilerle Hükümet arasındaki pazarlıkla durdurulmuş.
Ve Başbakan İnönü'nün şu yazılı güvencesi darbecilere verilmiş:
"Silahlı Kuvvetler Başkomutanının emirlerine uymak ve girişilen harekâta derhal son vermek şartıyla, şimdiye kadar kan dökülmemiş olması göz önünde tutularak harekete katılanlar hakkında hiçbir cezai takibat yapılmayacağına Hükümet Başkanı olarak söz veriyorum. 23 Şubat 1962-saat 01.00-
Başbakan İsmet İnönü".
Ne dersiniz?
İnönü "Darbeyi ve çatışmayı önledi" diyerek övülmeli mi yoksa "Darbecilere taviz verdi" diye eleştirilmeli midir?
Bu olayın sonrasındaki gelişmeleri de hatırlayalım...
Sabıkalı bir geçmiş...
Kendisine
dokunulmazlık tanınan Talat Aydemir "Silahlı Kuvvetler Birliği"ni kurup, fiili lider oluyor. Sonra 21
Mayıs 1963'te de 2'nci darbe girişimini başlatıyor.
Bu defa pazarlık edilmek yerine askeri yargı kararı ile idam ediliyor Aydemir.
Düşünün ki Süleyman
Demirel de Aydemir darbe girişiminden 30-35 yıl sonra 1997'de "28 Şubat post-
modern darbesi" ni
kontrol altında tutarak, konvansiyonel darbeyi önlediğini iddia etmiyor mu?
Siyaset-asker ilişkilerinin bu tür süreçlerden geçtiği bir ülkede, bunca
general darbe girişimi iddialarıyla tutukluyken Erdoğan'ı son YAŞ toplantısında dik duramadığı için eleştirmek, tabii ki mümkündür.
Suriye konusuna gelirsek...
Feci bir
ihmal
Bugünkü
Esad Suriye'si ya yarın Saddam'ın Irak'ınkine benzer bir felakete sürüklenirse?
Bu feci ihtimalin ışığında "
Türkiye neden Suriye yönetimini uyarıyor" diye eleştirmek yerine "Ben de olsaydım Suriye yönetimini bir komşu ve bir dost olarak uyarırdım" demek, kişinin eleştirmen kimliğini zedeler mi?
Ya da "Türkiye'yi Suriye'yle savaşa sürüklüyor bunlar" demek, üç
seçim kazanmış ve istikrar içinde Türkiye'yi daha iyi bir yere taşımış olan "Bunlar"ın siyasi aklını biraz hafife almak değil midir?
Bir demokraside eleştirilerin varlığı ne kadar gerekliyse, doğruların seslendirilmesi de o kadar gerekli değil midir?