Her şey yavaş da olsa, eksik de olsa değişiyor da, zihniyet dünyamız
demir attığı bataklıktan hiç kıpırdamıyor gibi.
Türkiye’nin köklü
gazetelerinden
Milliyet’te iki-üç gündür gözüme çarpan bazı haberler, yazarlar,
röportajlar bu olumsuz kanımı maalesef pekiştiriyor.
Burada Milliyet gazetesini sadece bir örnek olarak alıyorum, benzer zihniyet yansımalarını her yerde görebilirsiniz.
İlker Başbuğ-Şükrü Elekdağ röportaj komedisine geçmeden bugünkü (9
Ağustos Salı) Milliyet’te gözüme çarpan iki konuyu gündeme getirmek istiyorum.
9. sahifede
Meriç Tafolar
imzalı “Özel Paşanın öncelikli iki dosyası” başlıklı bir haber var; ilk paragraf cümleyi olduğu gibi iktibas ediyorum: “
Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna 4 Ağustos’ta oturan
Orgeneral Necdet Özel 4 yıllık
görev süresi boyunca ilk olarak orduda profesyonelleşme ve askerlik süresiyle ilgili sorunlaır çözecek”.
Muhabir olduğunu düşündüğüm, tanımadığım Sayın Meriç Tafolar’ı eleştiremiyorum ama Milliyet’in yönetiminde çok tecrübeli isimler var; TSK’nın profesyonelleşmesi, askerlik süresi gibi meseleleri çözecek makam siyasi otoritedir,
devlet memuru askerlerin işi siyasi karar almak değil, kararları uygulamak, çok gerekirse, siyasi otoritenin karar sürecinde Başbakan’ı bile değil, Milli Savurnma Bakanı’nı “brief” etmek,
teknik konularda bilgilendirmektir.
Milliyet gibi köklü bir gazete böyle haberler yayınlayabiliyor ise, zihniyet bataklığı derken neyi kastettiğim daha net ortaya çıkıyor.
Milliyet’in aynı sayısında imza makinaları uzmanı
Melih Aşık’ın gerçekten çok daha vahim bir alıntısı var; alıntı Başbuğ-Elekdağ röportaj komedisinden ama anlaşılan Melih Aşık da bu berbat değerlendirmeyi pek sevmiş.
Anayasa’nın o malum, berbat, öncelikle ve tamamen Anayasa’dan kaldırılması şart 66. maddesi “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes türktür” der; büyük
paşamız
İlker Başbuğ da bu ifadeyi meğerse çok severmiş (aksi olsa idi çok şaşardım) ve bu vatandaşlık sıfatını, bu formülasyonu benimsemeyenlerin de vatandaşlıktan çıkabileceklerini yazıyor, Melih Aşık da bu süper ilginç (!!!) değerlendirmeyi çok tutuyor, köşesine taşıyor.
Başbuğ’un dediği, Aşık’ın desteklediği görüş (?) tamamen “ya sev ya terk et” ifadesinden başka bir şey değil; bu ifade, malum, MHP’lilerin çok sevdiği bir ifade idi, son zamanlarda daha az duyuyorum, muhtemelen onlar bile bu ifadenin çirkinliğini, çağdışılığını anladılar, ya da kendilerine yukarıdan bu telkin edildi.
Ama, “ya sev ya terk et” rezaletini, İlker Başbuğ’dan iktibas ederek köşesine övgüyle taşıyan bir yazar Milliyet gazetesinde yazıyor, daha da ilginci bazı kesimler bu berbat zihniyeti ilerici,
modern falan zannediyorlar.
Yeni değil, en azından yirmi senedir, Anayasa’nın 66. maddesinin kabul edilemez bir formülasyon olduğunu her yerde yazıp, çiziyorum ve bugün birileri benim gibi düşünenlere “ya sev ya terk et” deme cüretini gösterebiliyorlar; ağızlarına acı biber sürmek lazım.
7 ve 8 Ağustos tarihlerinde yine Milliyet’te yayınlanan Başbuğ-Elekdağ röportajı herkesin kesip saklaması, ileride çocuklarına “Türkiye’de böyle şeyler de yaşandı” diye göstermesi gereken cinsten; İlker Başbuğ Türkiye’de kürtlere asimilasyon (aynılaştırma) politikaları uygulanmadığını söyleyebiliyor.
Kürtlerin dağlı türk oldukları,
kürtçe diye bir dil olmadığı, kürtçenin Başbuğ’un komutanı Kenan Paşa tarafından sokakta dahi konuşulmasının yasaklandığı, kürt çocuklarının her sabah “varlığım türk varlığına armağan olsun” demeye mecbur tutuldukları
ülke herhalde burası değil de rahmetli Türkmenbaşı’nın ülkesi,
ocak ayının ismini annesinin, şubat ayını da sevgilisinin ismi olarak değiştirdiği,
Türkmenistan.
Başbuğ ve Aşık’a da yakışır doğrusu.
twitter.com/KarakasEser