Şimdi siz bu yazdıklarımı
Ramazan eğlenceliği zannedeceksiniz ama aslında din sosyolojisinin en gizli tabakalarına yönelmiş bir
röntgen şuâsının kelimelere dökülmüş şeklidir; bir nevi vatanî vazifedir.
Yine o kesîf,
demir leblebi anlatıma dönmek zorundayım, affediniz: Türkiye'de inkılâp hareketleri şehirli Müslümanları kolayca etkiledi fakat köye-kıra bir türlü nüfuz edemedi; onlar da medresenin yokluğunda inat ve ezberle imanlarına yapıştılar. Milli Görüş hareketi, şehirlerin değil kırda ve köyde tutunan İslâm'ın "Ben de varım" isyanıydı ve kendini otuz sene boyunca "
İslamî devlet/ Kurulacak elbet" yaklaşımı ile ifadeye kalkıştığı ve ürkütücü görüntü verdiği için merkeze gelemedi, kenarda kaldı. Kendine şehirli bir
ağız bulup talep yelpazesini İslamcılıktan muhafazakâr demokratlığa dönüştürünce iktidarı kazandı.
Ramazan hocaları bağlamında bu sosyolojik tahlilin yansımalarını şöyle irdeleyebiliriz: Kırsalda var olan İslam'ın medya yıldızları kendilerini varlıklarına uygun biçimde tabii ve kendiliğinden bir edâ ile ifâde ettiler; herhangi bir kurguları yoktu. Kurguyu, makyaj neviinden bir
hile sayıyor, istihkâr ediyorlardı. Tebliğ metodları sert ve tâvizsizdi. "İslâm böyle bir şeydir; kendini İslâm'a uyduracaksın, aksi takdirde mahvoldun gitti!" diyorlardı. Sonraları Müslümanlar merkeze yaklaşıp para ve iktidarla
imtihan olmaya başladıklarında bu edâ değişti, yumuşadı. Politik, hattâ diplomatik bir esneklik kazandı. Dinin ruhsatlarını, yeni ruhsat alanları üretmek için manivelâ gibi kullanarak, tebliği bütün insanlığın, yani yeni Türk burjuvazisinin bile anlayabileceği (ürkmeyeceği) bir yumuşaklık üslûbuna çekeceklerdi. İşte
Yaşar Hoca, şehirli ve hızlı yükselen yeni sınıfların din algısını biçimlendirmekte öncü oldu.
Cami hocalarının, medrese ulemâsının erişemeyeceği yerlerde etki uyandırdı ve başarısız bir
siyaset denemesinden sonra yerini, takipçilerine bıraktı; vakıa, "Teravih diye bir şey yoktur!" çıkışı ile, eski yerini almak için harekete geçtiği görülüyorsa da bu âlemin kralı artık Nihat Hoca'dır. Ürkütmeyen, bilakis yatıştırıcı ve
emniyet uyandırıcı mâsum bakışlarıyla, başını yana doğru yatırıp önemli sözler söyleyeceği esnada iki misli etki yapan Nihat Hoca, hafif peltek telâffuzu ve Müslümanların içindeki
ağlama merkezini daima 12'den vuran "Ağlayalım güzelleşelim..." mesajları ile ortalığı kasıp kavurmaktadır ve yeni şehirli kimliğini kazanmış
genç İslâmi kesimin rol modelidir.
Necati Hoca, varoşların demeyelim ama Anadolu'nun, kasabanın, köyün kendi içinde uyandırdığı yeni medya kahramanı. Partneri Orhan Hoca'yla birlikte "Ulu'l-emr"e inkıyad etmiş, orta yoldan zerre miskal kırmamağa kararlı, ilmihal Müslümanlığının (İslam ve Toplum cilt 2!) yılmaz savunucusu. Tamamen organik ve
yerli edâsı ile büyük dikkat çekiyor fakat merkez medyaya
terfi edemediği için pek bilinmiyor.
Rize Çay TV'de yaptığı sahur programlarında, geceleri eşinin yanı dururken bitişik odada yatmayı
tercih eden hanımları te'dip ederken veya birkaç dakika sonra azarın dozunu kaçırdığını fark edip hâsıl olan cezayı yumuşatırken veya en güzeli, "Bir ilâhi okur musunuz hocam" teklifi daha sona ermeden eli kulağa atıp kırık dökük bir Hüseynî ve fakat çekilmez derece kötü bir sesle repertuvarından
şimşek gibi bir eser çekip okurken rakipsizdir ve kısa zamanda taklidlerine prototip teşkil edeceği şüphesizdir. Son derece iyi niyetlidir, hasbîdir ve hayret "meccânî"
hizmet vermektedir
seyirci kitlesine.
Ayrıca görmesini ve okumasını bilene uzun uzun yüzde 50'nin izahını da yapmaktadır fakat anlayan nerede?
Ramazan ayı boyunca televizyonlarda eşsiz ve kolay ele geçmez bir din sosyolojisi semineri izler gibiyiz; âdeta bir
şölen. Müslümanlar bütün meziyet ve zaaflarıyla
kamera karşısına geçip mevcudiyetlerini ve dinden ne anladıklarını görünür hale getirme yarışı içindeler. Sâ'yiniz meşkûr, gazânız mübârek olsun ey medya gaazileri! Ve Cenab-ı Hak cümlemizin taksirâtını affeylesin.
* Versus; Latince'de "karşı, karşı karşıya" anlamında; "vs" ile kısaltılır.