Bir zamanlar Postal Cumhuriyeti’nde


Postal Cumhuriyeti’nde eşitler arasında birinciler vardı. Postal Cumhuriyeti demokrasiyle övünür, sandıklar kurardı her dört yılda bir. Ama eşitler arasında birinciler sandıktan çıkan sonucu beğenmedi mi, millete söver içinden, sonra da seçilmişlerin beynine indirirdi balyozu! İlk balyoz 27 Mayıs 1960’da indi. Zarif, naif, kibar, toplum önünde çok iyi bir hatip ama yalnızlıklarında içine kapanık, hüzünlü bir beyefendi ve arkadaşları tutuklandı; cehennem adasında sözüm ona yargılandı. O zarif adam ve iki yoldaşı idam edildi. Eşitler arasında birinciler rahatladı. Postal Cumhuriyeti’nde demokrasinin devamına karar verildi. Ölenler de öldükleriyle kaldı. Gün geldi sandıklar kuruldu. Ama eşitler arasında birincilerin bekledikleri çıkamadı sandıklardan çünkü onların istediklerini, halk istemiyordu! Dişlerini gıcırdatmakla yetindiler önceleri. Sabırlıydılar ve beklediler. Derken öğrenciler yüksek kitap fiyatlarına, işçiler de düşük ücretlere baş kaldırdı. Ateşli nutuklar attı delikanlılar genellikle ama banka soydu üçü beşi, Emiliano Zapata’ya, Che Guevera’ya, Mikael Bakunin’e falan özenip. Ne var ki, eşitler arasında birinciler ve onların yandaşları bu kıpırdanmaları, adi sayılabilecek suçları, demokratik hak arayışlarını fırsat bildi. Ve ikinci balyoz 12 Mart 1971’de indi. Tutuklamalar birbirini kovaladı. Kitaplar toplatıldı. Yazarlar, çizerler, yayıncılar gözaltına alındı. Kimi yargılandı, kimininse yargılanmasına bile gerek duyulmadı. Dövülenler dövüldü, sövülenler sövüldü. Ve üç fidan ipe çekildi. Sonra... gene demokrasiye izin verildi, eşitler arasında birincilerce. Gene sandıklar kuruldu, gene seçimler yapıldı. Ve gene hevesler kursaklarda kaldı. Dişler gıcırdadı, kollar sıvandı. Yapay bir biçimde böldüler gençleri. Ardından da polisi, öğretmenleri, memuru, esnafı, işçiyi. Ve 12 Eylül 1980’de yedik üçüncü balyozu. Bu seferki diğerlerine pek benzemiyordu. Acımasızlık görülmemiş boyutlara tırmandı. Sonra gene sandıklar ve gene beklenmeyen, istenmeyen sonuç! Artık 28 Şubat’a, internet andıcına girmiyorum bile; bunlar hafızalarda taptaze duruyor çünkü. Şimdilerde eşitler arasında birinciler dişlerini gıcırdatamıyor. Umarım çoğu Postal Cumhuriyeti’nde değil, gerçek demokrasiye kavuşmaya başlayan Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşadığını ve gerçek görevini yapmak zorunda olduğunu anlamıştır. Benim kuşağım içinse bundan daha büyük mutluluk olamaz. Hollywood darphane olmuş Hollywood stüdyoları sadece para basıyor, doğru dürüst bir tane film bile yapmıyor. Bu yıl yapılan filmlere ve gişe hâsılatlarına bir bakın lütfen: 1. Karayip Korsanları: 1 milyar 33 milyon dolar 2. Harry Potter (II): 1 milyar 15 milyon dolar 3. Transformers: 1 milyar 2 milyon dolar 4. Harry Potter (I): 954 milyon dolar Liste böyle uzayıp gidiyor. Ya çizgi romanlardan ya çocuk kitaplarından beyaz perdeye uyarlanmış çoğu. İçlerinde iki tane yedinci sanatı gerçek anlamda temsil eden film var. Bunlardan biri Siyah Kuğu (Black Swan) diğeri de Zoraki Kral (The King’s Speech). Yazık! Yurttaş Kane’den Baba’ya, Gazap Üzümleri’nden Kazablanka’ya kadar nice başyapıtı dünyaya sunan sinemanın başkenti, para babalarının elinde çizgi roman çöplüğüne dönüşmüş.
<< Önceki Haber Bir zamanlar Postal Cumhuriyeti’nde Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER