Epeydir görüşmemiş iki
arkadaş, her gün onbinlerce kişinin aktığı bir ana yol ağzında karşılaşınca ne yapar? Elbette hâl hatır faslından sonra iki satır sohbet etmek, "Ee, daha daha ne var ne yok?" diye konuyu derinleştirip birbirinden haberdar olmak ister.
Gölgeliğine sığındığımız pastanenin garsonu anlayışlı davrandı; gündüz gözüyle
Ramazan ortasında bir şeyler atıştırmaya niyetli olmadığımızı hissedince saygılı bir edâ ile çekilip başka müşterilerle ilgilenmeye başladı. Çocuğu takdir ettik.
Sonra o meşhur ve mâlum soruyu sordum, "Ee ne var ne yok bakalım; çoluk-çocuk, ev-bark nasıllar?" Kendisine bu soru yöneltilen dünyanın en akıllı bilgisayarının yarım saat düşündükten sonra işlemcisinden dumanlar çıkarak intihara yeltendiği söylenir; özellikle, ne var ne yok faslında garibimin devreleri yanmış diye bir
efsane anlatılır ya, işte o soru.
- Vallahi dedi, "İyilik sağlık işte, geçinip gidiyoruz. Kendime Ramazan'da izin verdim; kafama göre takılıyorum."
Yalnız biraz kafası karışıkmış; Ramazan'ın girmesinden iki gün önce bir başka arkadaşı aramış bizimkini,
- Yahu demiş, ne yapıyorsun Ramazan'da; kendine izin mi verdin? Oo harika. E, artık
emekli oldun sayılır. O zaman gel sen de katıl bize, bir ay izin yap kafadan, Ramazan'ı birlikte geçirelim. Biz birkaç senedir yakın arkadaşlarla kendimize özel Ramazan programı yapıyoruz..
- Yaa, nasıl oluyor özel Ramazan programı? Her
teravihi başka bir camide filan mı kılıyorsunuz? diye sormuş bizimki.
- Hah ha, çok şakacısın doğrusu demiş arkadaşı, "Şöyle oluyor: Ramazan girmeden beş altı yıldızlı bir
otelde rezervasyon yaptırıyoruz, bir aylığına, eğer istersen bayramı da ilave edebilirsin tabii. Tam pansiyon bağlantı yapıyoruz. Sonra çoluk-çocuk, evi barkı terkedip valizlerle otele gidiyoruz. Hanımlar çok mutlu oluyor çünkü bir ay boyunca yemek, bulaşık,
çamaşır, ütü,
iftara
misafir ağırlama derdi yok.
Çocuklar çok mutlu çünkü otelin her yanı zaman geçirebilecekleri sinema, kafe, oyun parkı,
yüzme salonu gibi yerlerle dolu.
- Ee, demiş bizim arkadaş, "Siz erkekler ne yapıyorsunuz bütün gün boyunca; canınız sıkılıyordur herhalde?"
- Olur mu canıım demiş arkadaşı, "Bak sana günlük programımızı anlatayım, bayılacaksın: Efendim iftar için
lokanta kısmında bir araya gelip self
servis usulüyle iftar masamızı donattıktan sonra ezan ve dualar eşliğinde iftarımızı açıyoruz. Tatlısıydı, tuzlusuydu derken karnımız doyunca hemen bitişikteki lavabolara geçip bir güzel abdestimizi alıyoruz; iki adım ilerde otelin şahane, ferah, klimalı
mescidi ve Ramazan için özel tutulmuş hocası var. Akşamı edâ ediyoruz. Tekrar restorana dönüp çaydı, kahveydi, nargileydi derken yatsıya kadar ailelerimizle birlikte sohbetle
vakit geçirdikten sonra yatsı için yeniden mescidde bir araya geliyoruz. Tekbirler, tehliller, temcidler, ilahiler ile bir güzel teravih oluyor ki azizim, mutlaka sen de aramızda olmalısın... Çok güzel çok neşeli geçiyor; hatta hanımlar için ayrı bölme var mescidde; onlar da istifade edebiliyorlar..
- Sonra?
- Sonra birbirimizi
tebrik edip
Allah kabul etsin dualarıyla birlikte bir kat alttaki oyun salonuna geçiyoruz.
-
Oyun salonu derken?
- Yani öyle bildiğin gibi değil canım, rulet, bakara, poker filan gelir aklına senin; kollu jeton makineleri filan.
Hayır hayır ilgisi yok. Orada biz öyle kendi aramızda ne bileyim konkendir, çanaktır, iskambildir bu gibi masum oyunlar şeyediyoruz işte...
- Tavla partileri de oluyordur?
- Oluyor tabii zaten ufak tefek bahisler olmasa, saatlerce oyunun kahrı çekilmez. İşte çikolatasına, dondurmasına filan bu gibi şeyler; maksat zaman geçirmek, eğlenmek, anlarsın...
- Anlarım tabii anlamam mı!
- Baksana, sen beni dinliyorsun değil mi?
-Elbette dinliyorum yahu, sen devam et. Oyun oynuyordunuz, sonra?
- Sonrası şu, zaten geceler kısa biliyorsun; saat gece üç deyince sahur vakti giriyor. Haydii, sahur hazırlığı. Yine restorana geçiyoruz. Self servis, sahur sofrası çoluk çocuk hep beraber...
- Ne güzel...
- Vallahi öyle... Yiyoruz içiyoruz, sonra niyetleniyoruz ertesi günün orucuna, sonra haydii hep beraber sabah namazına... Zaten mescid yan tarafta...
- Namazı kılınca...
- Namazı kılınca cumburlop yatağa..., azizim bir uyku uyunuyor- bir uyku uyunuyor, nefis. Ta ki ikindiden yarım saat öncesine kadar. Yani saat 16.30'a kadar filan. Alelacele öğleyi kılıp ikindiye yetiştikten sonra zaten kalıyor iftara birkaç saat. O birkaç saati de gölgelik, ferah bir yerde ağaçların altında oturup dinî sohbetler ederek değerlendiriyoruz. Azizim vaktin nasıl geçtiği anlaşılmıyor bile. Tavsiye ederim. Biz birkaç senedir âdet edindik, sen de gel; istersen hemen rezervasyon yaptırayım, ne dersin?
- Valla bir evdekilere danışayım da; sana haber veririm, hadi bana müsaade!
*
Belki bazılarımızın aklından, "Ah nerede, benim de öyle imkânım olsa, böyle rahat bir Ramazan geçiriversem" diye geçiyor olmalı ama bir dakika,
küçük bir ârıza yok mu bu işte? Ramazan'ın ruhuna gîran gelen, orucun mânâsını zedeleyen küçük bir ârıza?
Bu konuşma hayâli bir konuşma fakat uydurma değil, gerçek. Ramazan'ı bir zahmet ve meşakkat ayıymış gibi telakki ederek kolaylaştırmak için otel kapatıp kampa girenlerimiz de oluyormuş.
Dünya malı ile muttakîlik bir araya gelmesi zor nesneler; imkânsız demiyorum ama...
Cenab-ı Hak bizleri vaktiyle eleştirdiğimiz şeyleri savunur hale getirmesin. Ne derlerdi kürsülerden,
-Hakkı Hak bilip Hakk'a ittibâ; bâtılı bâtıl bilip bâtıldan içtinab eyleyenlerden eyle bizi ya Rabbi!
-Amin, amin.