Ankara ile Şam arasındaki ilişkilerin mükemmel günleri idi.
Vizeler kalkmış; sınır adeta fiilen kalkmıştı. İki taraftan da insanlar kafileler halinde birbirine akıyor; ticaret katlanıyordu.
Halep ve Gaziantep'in, yüz yıllık suni kopukluğu ortadan kalkıyordu. İki
ülke kabineleri ortak toplanıyor;
Suriye,
Lübnan,
Ürdün ve
Türkiye arasında 'ortak
pazar' oluşturulması için adımlar atılıyordu. Tunus'ta
Bin Ali diktatörlüğünü devirip; Mısır'da Mübarek ve oğullarını kafes içinde mahkemeye çıkaran; Libya'yı iç savaşa sürükleyen ve Suriye'deki
Baas rejimini sarsmaya başlayan tsunaminin hemen öncesinde, Şam'dan ilmi seviyesi yüksek üst düzey bir
Sünni yetkiliyle Türkiye ile Suriye arasındaki sıcak ilişkileri konuşuyorduk.
Sohbet çok samimi havada ilerleyince, ülkede çoğunluğu oluşturan Sünnilerin,
dindar tabana sahip
AK Parti Hükümeti'nin, Nusayrilere dayanan Beşşar Esed yönetimiyle çok iyi ilişkiler geliştirmesine nasıl baktığını sordum. Rejim tarafından kendisine belli bir konum verilen ama her şeyin farkında olan bu Sünni yetkili, iki ülke arasındaki yakınlaşmayı Baas rejiminin ömrünü uzatan, ona meşruiyet sağlayan ve Sünni çoğunluk aleyhine bir durum olarak mı görüyordu? Yoksa bunu, Suriye'nin dünyaya açılmasına ve Sünni çoğunluğun da rahatlamasına
yardım eden olumlu bir süreç olarak mı görüyordu?
Muhaberat endişesiyle düşüncelerini tam ifade edemeyebilirdi. Ama şaşırtan bir açıklıkla içinden geldiği gibi konuştu. Türkiye'nin Suriye ile ilişkilerini daha da derinleştirmesi gerektiğine inanıyordu. Ona göre bu, Sünniler için bir tehdit değildi. Aksine Şam, Türkiye üzerinden dünyaya açıldıkça rejim yumuşuyor, rahatlıyordu; sadece Sünniler değil tüm
halklar da bundan yararlanıyordu.
Başbakan Erdoğan ve
Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun Suriye lideri Beşşar Esed ve diğer yetkililerle ilişkilerini daha samimi bir noktaya taşımasını arzuluyordu. Hatta Erdoğan ve Esed aileleri arasındaki sıcaklığın, hem iki ülke ilişkilerine hem de Suriye'deki Sünni-Nusayri ilişkilerine katkılarını anlata anlata bitiremiyordu. Esma Esed'in, Sünni bir ailenin kızı olması Beşşar'ın içerideki popülaritesindeki önemli bir faktördü. Erdoğan-Esed aileleri arasındaki samimi fotoğraflar, ülkeler ve mezhepler arası çok olumlu mesajlar taşıyordu.
O güzel eski günlerde başka birçok isim de benzer değerlendirmeler yapıyordu. O kadar ki, protestolar sonucu, Tunus'taki Bin Ali rejimi yıkıldıktan sonra bile Suriye'nin bölgede istisna olarak ayakta kalacağını düşünenlerin gerekçelerinden biri de Beşşar Esed'in Türkiye ile iyi ilişkilere sahip olmasıydı. Diğer iki gerekçe ise Mübarek'in aksine Şam yönetiminin
İsrail ve ABD karşıtı bir
politika izliyor olması ve halkın Beşşar Esed'e duyduğu sempatiydi.
Özellikle Hama'da yaşanan son olaylardan sonra çok şey değişti. Türkiye'nin üst üste açıklamalarla Baas rejimini sert şekilde eleştirmesi; 3 gün süren çetin pazarlıklar sonunda da olsa BM
Güvenlik Konseyi'nin Suriye'yi kınayan bir açıklama yapması ve
Amerikan yönetiminin ilk kez 'Esedsiz Suriye'nin daha iyi olacağını' duyurması, sürecin geri dönülmesi zor bir aşamaya geldiğinin işareti. Ancak bütün bu gelişmelere rağmen Baas rejiminin geleceğini belirleyecek olan, hâlâ sessizliğini koruyan başkent Şam ve ikinci büyük şehir Halep'in alacağı tavır. Devrime karşı bu mesafeli duruşun altında ne var diye düşününce, Sünnileri katı şekilde dışlayan
Hafız Esed'in aksine Beşşar'ın bir Sünni ile evlenmesi;
Başbakanlık,
Dışişleri Bakanlığı gibi konumlara Sünni kökenli isimleri getirmesi; babasının aksine Beşşar'ın sık sık ziyaret edip yakından ilgilendiği Halep'in
ekonomik açılımdan en çok faydalanan şehir olması gibi faktörler akla geliyor.
Tabii, bir de halk tarafından sevilen Sünni alimlerin duruşu var. Bu çerçevede, Suriye'nin tanınmış alimlerinden
Ramazan el Buti'nin, dünyayı ayağa kaldıran olaylardan sonra yaptığı açıklama dikkat
çekici. Emevi Camii'ndeki konuşmasında Esed karşıtı gösterileri kınayan Buti'nin, "gösterilerin
İslam ve barışa
hizmet etmediğini; göstericilerin rejime karşı değil, İslam'a karşı hareket ettiğini" söylediği ifade ediliyor.
Sanıldığından çok daha girift olan Suriye denklemi, bakalım başka nelere gebe?