Yüksek
Askerî Şûra yine gündemin ilk maddesi olarak bir haftamızı işgal etti.
İstifalar, karşılıklı restler, sonraki adımlar düşünülerek yapılmış hamleler sonunda elimizde kalan fotoğraf
sürpriz sayılabilir. Aktörleri tek tek inceleyerek "Kim, ne kazandı?" sorusuna
cevap arayabiliriz. Müstafi
Genelkurmay Başkanı
Işık Koşaner, iki yıllık
görev süresini kaybettiği ile kaldı. İstifa mesajında şikâyet ettiği
tutuklu komutanların
emekli edilme ihtimali gerçekleşmedi. Herhalde içinden 'madem yapacaktınız beni niye feda ettiniz?' diye geçiriyordur. Yeni
Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel, zaten iki yıl sonra bu koltuğa oturacaktı ve görev süresi yine 4 yıl olacaktı. Yani kazandığı bir şey yok görünüyor. 'Tutuklu generallerin temdidini kurtarmış komutan' olarak astlarına karşı eli güçlendi denilebilir. Ama onu da Koşaner'le paylaşmak zorunda.
Bizde
paşalar iki sendrom yaşar; Muğlalı ve Erdelhun gibi olmak.
Mustafa Muğlalı, 33
sivil vatandaşı
infaz ettirdiği gerekçesiyle
Demokrat Parti tarafından mahkemeye çıkarılan generaldi.
Rüştü Erdelhun ise DP'ye yakın olduğu için Yassıada'da idama mahkûm olup sonra cezası hapse çevrilen genelkurmay başkanı. Darbecilerin kafasının bir yerinde Muğlalı paşa yaşar. Sivil otoriteyle uyumlu çalışanlara ise Erdelhun'un hayaleti gösterilir.
Hilmi Özkök için yazılan 'sonun Erdelhun gibi olur' yazıları hâlâ arşivlerde duruyor. Özkök bu
baskılara pek pabuç bırakmamıştı. 'Genç subaylar rahatsız' manşeti üzerine gazetecileri toplayıp, haberi yapanları lanetlemişti. Özel'in de benzeri saldırılara maruz kalacağı anlaşılıyor. Özkök mü, Koşaner mi olacağını zamanla göreceğiz.
Başbakan Tayyip Erdoğan, kamuoyu ve demokrat çevrelerde
prim yapma açısından en kârlı isim olarak öne çıkıyor. Komutanlar şapkasını alıp gitti, masada patron benim fotoğrafı çektirdi. İstifaların krize dönüşmesini hızlı kararlarla engelledi; karargâhın hamlesini boşa düşürmeyi başardı. Bunlar güzel gelişmelerdi. Ancak 14 tutuklu generalin emekli edilmemesi gölge düşürebilir. Psikolojik üstünlüğü ele geçirmek ve sonraki hamleler adına güç toplamak dışında somut kazanımı olmadı. Önceki şûralardaki terfiler Başbakan'ın elini kolunu bağlıyor. Hangi tercihi yapsa eleştirilebilirdi. Ancak Bekir Kalyoncu'nun Jandarma genel komutanı olması tenkidin dozunu artırabilir. Saha hâkimiyeti açısından en hayati birim olan Jandarma'nın Kalyoncu'ya emanet edilmesi eleştiriye en açık
tayin. Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, hiç kayıpsız kazanan konumunda. "Neyi imzalayacağımı bilmek hakkım." açıklamasıyla
istifaları tetiklemişti. Bütün baskı ve tavassut girişimlerine rağmen Aslan
Güner'in kendisine yaptığı ayıbı affetmedi. Orada sırt çevrilen eşi
Hayrünnisa Gül değil, bizzat makamdı. Süreci suhuletle yönetti. Haftanın kaybedenleri
Nusret Taşdeler ve
Aslan Güner oldu.
Emeklilik ve mahkemeden önceki son
durak biçiminde algılanan makamlara atandılar.
Peki,
Türkiye ne kazandı? Cevabı biraz karışık. Genelkurmay Başkanı'nın istifasını bile krize dönüştürmeden atlatabilen bir
ülke olduk. Sivil otoritenin
psikolojik üstünlüğü ele alması demokrasinin gelişimi açısından önemliydi. Ancak söz konusu kazanımlar kalıcı hale getirilebilirse anlamlı olacak. Yoksa Turgut
Özal dönemindeki adımlardan farkı kalmaz. Özal'dan sonra vesayetin en kesif günlerini yaşamak zorunda kalmıştık. Bugünkü duruşun arkasında yüzde 50'lik
seçim sonucu, güçlü parlamento ve tek başına iktidarın katkısı büyük. Farzımuhal 2015 seçimlerinde
koalisyon çıkarsa mevcut mevzuatla Özal sonrası kasırgayı yaşamak uzak ihtimal değil.