Seçilmişlerin, askeri hiyerarşiyi tanzimde gösterdikleri etkinliğin, Türkiye'nin
demokratikleşme sürecinde önemli bir merhale olarak değerlendirilmesi yanlış değil.
Ancak bunun, akut sancıya müdahale niteliğinde olduğunu, gerçek bir demokratikleşme için daha kökten bir zihniyet değişimine ihtiyaç bulunduğunu görmek gerekiyor.
Şu tespiti önemsiyorum:
Evet, askeri cenahta, "Demokrasi dışı bir eylemin içine giren, eninde sonunda yanacak" tarzında bir düşünce oluştu ama bu düşünce, yargılamaların getirdiği zoraki bir düşünce. İçinde yoğun
öfke ve tepki olan bir düşünce. Hatta "
demokrasiyi içselleştirdiği farz edilenler"e, en üst
komutan bile olsalar, derin bir tepki mevcut.
Genelkurmay eski Başkanı
Hilmi Özkök'e yönelik asker içi tepkide, onun
sivil iradeye saygıyı öngören, diğer ifadeyle "demokrat" tavrının etkisi barizdi. Hatta Özkök'e orduevlerinde mesafe konulduğu kulisi yayılıyor, yeni hükümetle paralel hareket eden
Org. Necdet Özel için de "
Fenerbahçe Cumhuriyeti'nde nasıl karşılanır bilinmez" notu düşüldüğü biliniyor. Aslında sivil iradenin belirleyici olma sürecini, "
Askerin burnunun sürtüldüğü" tarzında yorumlamaların duygusal zemininde de militarist zemini besleme amacının yattığı söylenebilir.
Komutanların istifasının, askeri cenahın bir kesiminde çok önemsenmesi, "beklenen ve geç kalmış çıkış" olarak nitelenmesi, henüz zihniyet planında ciddi tortular bulunduğunun işareti değil mi?
"
İnternet andıcı gerçek" diyerek,
Silivri yargılamalarında önemli bir itirafa
imza atan Dursun Çiçek'in, komutan istifalarını selamlaması, istifaların, aslında askeri
vesayet mantığının ürünü olan Ergenekon'la paralel görüntü vermesi anlamına gelmiyor mu?
Soru şu:
Koşaner ve diğer komutanların istifasının, TSK bünyesindeki duygusal onay oranı nedir?
Bence o duygusal oran, zihniyet planındaki anti demokratik tortudur.
Bu tortu vardır.
27
Nisan e-muhtırasının metni Genelkurmay'ın sitesinden yeni kalkmıştır. Kim onu orada durdurdu bugüne kadar?
TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35'inci Maddesi henüz yerinde duruyor. Belki "koruma kollama" misyonu, "fiilen" fonksiyonsuz hale gelmiştir ama oradaki varlığı da halen bir varlıktır.
Şu da biliniyor:
Askerin, "Cumhuriyeti koruma kollama görevi"ni, gerektiğinde sivil iradeyi dışlama ve "
askeri müdahale" biçiminde anlaması, ona taa
Harp Okulu sıralarında verilen eğitimin sonucudur. O eğitimin özünde, "Memleketin gerçek koruyucusu sizsiniz. Siviller bir şekilde
ihanet edebilir. Satılabilir. Düşmanla
işbirliği yapabilir. Yanlış yapabilir. Böyle durumlarda
ülke size emanet edilmiştir. Canınız pahasına ülkeyi koruyacaksınız" gibi bir ana çerçeve var olmuştur.
Bu zihniyet çerçevesi, tabii ki vatan sevgisi eksenlidir, tabii ki canı pahasına gibi bir hamaset duygusuyla doldurulmuştur ama bir boyutunda da "Sivil idareciye güvensizlik, hatta aşağılama" bulunduğu açıktır.
Hele bu duyguyu bir de "rejim değişikliği" vs. gibi "
tehlike, tehdit" senaryoları ile beslediğiniz zaman, ortaya "memleketin gerçek sahipliği adına hep tetikte bir zihniyet" dünyası çıkıyor.
Bu zihniyet alt yapısı devam ettiği sürece, sancının bitmeyeceği açık.
Askeri lise ve harp okullarının eğitim formatı dahil yeni bir zihniyet inşasının gerektiği de kuşkusuz.
Nasıl bir yeni zihniyet?
İçinden çıktığınız milletin iradesine saygıyı önceleyen bir zihniyet. Emanet edilen silahı, millet iradesine döndürmeyi ihanet ölçüsünde suç sayan bir anlayış. Bunun içselleştirilmesi.
Askerin vatan sevgisine tabii ki toz kondurulamaz.
Ama vatan sevgisinin hiç kimseye vesayet hakkı vermeyeceğini unutmamak gerekiyor.
Dileyelim bundan böyle, TSK böyle bir berzahtan geçmek zorunda kalmasın.