Türkiye'nin askeri
vesayet altında olan türden bir
demokrasiden normal olana geçişi sürüyor.
Genelkurmay Başkanı ile emekliliği gelen
kuvvet komutanları, anlaşıldığı kadarıyla, seçimle işbaşına gelen hükümete karşı çeşitli tertipler içinde oldukları iddiasıyla kovuşturmaya uğrayan subayların "haklarını koruyamadıkları" gerekçesiyle emekliliklerini istediler.
Hükümet, boşalan rütbeler için gerekli atamaları yapıyor.
TSK yüksek komuta kademesinin talepleri yerine gelmeyince
darbe yapmaya kalkışmayıp emekliliğini istemesi, muhakkak ki, Türkiye'de
sivil-asker ilişkilerinin normalleşmesinde yeni bir adım.
Emeklilik başvurularının bir tür toplu gösteri niteliğini taşıması da kamuoyunda fazla bir etki yapmadı. Çünkü artık kamuoyunun büyük çoğunluğu, muhtemelen subayların büyük çoğunluğu gibi, askerin
siyasetle değil mesleğiyle ilgilenmesini istiyor.
Yakın geçmişe kadar, askerin demokratik sürece müdahalelerine
destek verme eğiliminde olan,
askeri vesayet düzeninin sivil kalesi
CHP bile, biraz farklı konuşuyor. Grup başkanvekili Emine
Ülker Tarhan bakın öncelikle hangi hususları vurguluyor: "Özgürlükçü demokrasilerde kamusal kararların seçilmişler tarafından alınması esastır. Kendilerine verilen
yetkiler nedeniyle özel bir konumda bulunan askeri kuvvetler, polis, istihbarat birimleri gibi kurumlar sivil otoritenin kontrolünde olmalı, siviller tarafından denetlenmelidir..." Ana muhalefet partisini nihayet bu anlayışa geldiği için kutlamak gerekir.
Ne var ki Tarhan'ın, "Ancak sabah
akşam askeri kötülemek,
iftira ederek onları itibarsızlaştırmak, saygınlığına gölge düşürmek ulusumuza hiçbir yarar sağlamaz..." şeklindeki sözlerini anlamak çok güç. Türkiye'de askerin itibarını sarsan, mesleki görevlerini gereğince yerine getirmelerini engelleyen etkenin, askerin siyasete müdahale etmesinin, kendine siyasi rol biçmesinin sonucu olduğunu görmemek için herhalde kör olmak gerekir.
Türkiye'de askerin nihayet sivil otoriteye tabi olmaya başlamasını, suç işledikleri iddia edilen subayların yargı önüne çıkarılmasını, Tarhan ve başkalarının yaptığı gibi, "sivil
iktidarın otokrasiye dönüşmesi" şeklinde yorumlamanın ise hiçbir mantığı yok. Özgürlükçü demokrasilerde iktidarı (mutlak olarak siyaset dışı olması gereken) ordu değil, demokratik ilkelere bağlı olarak yargı, muhalefet partileri ve medya başta olmak üzere sivil
toplum kuruluşları denetler. Alışık olmadığı kadar uzun bir süredir, üstelik oyları giderek yükselen bir iktidar partisi tarafından yönetiliyor olması da Türkiye'nin otoriter bir tek-parti yönetimi ("sivil vesayet") altına girmekte olduğu anlamına gelmez.
İsveç,
Hindistan ve Japonya'nın her biri 40 yılı aşkın sürelerle tek-parti iktidarları altında kaldı ve belki başarılarını buna borçlu.
AKP iktidarının asker üzerinde sivil otoriteyi tesis etmek için attığı adımlar takdire şayan. Ne var ki, askerin siyasetin dışında ve tarafsız kalmasını güven altına almak için gerek hukuk, gerekse zihniyet değişimi alanında yapılacak çok şey var. Hukuk bağlamında yapılması gerekenler: Anayasanın sivil ve askeri otoritenin yetki alanlarını açık ve seçik bir şekilde belirlemesi; parlamentonun
savunma bütçesini ve harcamalarını etkili bir şekilde denetlemesi; hükümetin
Savunma Bakanlığı aracılığıyla Genelkurmay ve
Kuvvet Komutanlıklarını etkili bir şekilde denetlemesi ve yönlendirmesi; yargının tek başlı olması ve yüksek askeri mercilerinin ortadan kaldırılması. (Bu konuda yeni bir yayın için bkz: Ali Karaosmanoğlu, "Silahlı Kuvvetler ve Demokrasi," Bilgesam, Rapor No. 33, 2011)
Toplumun militarist zihniyetten, yani esas olarak askerlerin siyasi bir rol oynamalarını makbul gören, siyasi sorunların en iyi askeri yöntemlerle (
yasak,
baskı ve şiddetle) çözülebileceğini savunan zihniyetten arındırılması için ise, bütün eğitim sistemimizin ve özellikle de askeri okullardaki eğitimin demokratik bir anlayışla baştan aşağı yenilenmesi şart.