Müslüman ya da değil, hiçbir insanın açlıktan ölmesine vicdanını yitirmemiş hiçbir insan razı olamaz.
Değil insanın, bir hayvanın, hatta bir vahşi hayvanın bile. Ama bu zalim dünya düzeni insanları ölüme terk ediyor. İşte bu düzene "kapitalizm" diyoruz.
Kapitalizm hiçbir zaman vahşilik evresinden normal hale evrilemedi!
Varlıklı insanlar biriktiriyorlar, sanki biriktirdiklerini öldüklerinde beraberinde götürebileceklermiş gibi.
Arap şeyhlerin bankalarda milyarlarca doları var ama sınır ülkelerde, çok yakın yerlerde Müslümanlar açlıktan ölüyor. Oysa ne demişti
Efendimiz, "Dünyanın herhangi bir yerinde bir Müslüman'ın ayağına diken batsa..."
İnsanlar açlıktan öldükten sonra ne değeri olabilir o paranın? Bizde bir söz vardır: Para nedir ki, köpeğe versen yemez!
Evet, para güçtür, parasızlık daha güçtür ama
biriktirmek yok!
Paylaşmak var.
Biriktirdikleriniz ne sizin ne de başkalarının işine yarar.
Biriktirdiklerinizi ve değerini muhafaza etmek için ekstra masraflar yaparsınız!
Gençliğimde okuduğum Rasim Özdenören'in "Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler" kitabı vahşi kapitalizmi çok güzel ifade ediyordu:
"...Milyarlarca insanın yaşadığı yeryüzünde başka hiçbir ek faaliyete gerek duyulmadan mevcut nüfusun on mislini besleyecek seviyede bir
üretim yapıldığı halde milyonlarca insanın açlıkla pençeleştiği söyleniyorsa ortada bir bozukluğun olduğu aşikârdır.
Kaliforniya'nın
portakal bahçelerinde günde üç portakal karşılığında çalışmak zorunda bırakıldığından dolayı karnını doyuramayan tarım işçilerinin olduğunu fakat bahçe sahiplerinin fiyatları düşürmemek için portakalları denize döktüğü bir dünyadaki bozukluğu görmek için Kaliforniya'ya gitmeye gerek yoktur.
Doğmuş çocuğu beslemek için sarf edilecek paranın ana rahmindeki çocuğun doğmaması için sarf edildiği yerde bir terslik var demektir.
İnsanlar her neyi put olarak görmüşlerse o putlar karşılarına problem olarak çıkmaktadır."
...
Doğrusunu isterseniz Türkiye'de ulusalcı günlük gazeteler iyi
savunma yapmıyorlar. Mesela şu
Sözcü Gazetesi:
İnsan görüşü bu kadar mı kötü biçimde savunulur?
Sözcü Gazetesi'nin yayın yönetmeni Metin Yılmaz, Ilıcaklar'ın Tercüman'ının yayın yönetmeniydi. Metin Ağabey'i tanırım. Profesyonel gazetecidir. Ama Sözcü bazen çok
ucuz manşetlerle okuyucu karşısına çıkıyor.
Bakın, generallerin istifasının önceki günü manşeti şuydu: "
Asker daha ne yapsın?"
Edirne'de bir
tarla yanmış, itfaiye geç geldiği için asker söndürmüş yangını. "Sele, depreme, yangına koşan onlar, Pusuda şehit olan onlar, daha ne yapsınlar yani" diyor özetle.
Çok basit bir cevabı var bu manşetin: Şehit olmasınlar, ölmesinler, tuzağa düşmesinler, mayına basmasınlar,
baskın yemesinler, hasılı "darbecilikten tutuklanmış cezaevindeki subayların terfileri ile ilgileneceklerine ordu ile ilgilensinler", asayişle,
terörle, teröristle ilgilensinler.
Sevgili Metin Ağabey, Edirne'de terör yok, orada çıkan bir yangını söndürmek en kolay şey. Mühim olan Güneydoğu'daki terör yangınını söndürmek ve asıl işleri de o. Ama onlar asıl işleri dışında her şeyi daha iyi yapıyorlar!
...
Norveç'teki katliamla yeniden gündeme gelen Tapınak Şövalyeleri konusunu Türkiye'de ilk
Sadettin Tantan gündeme getirmedi. Türkiye'de bu işlerin kompetanı Aydoğan Vatandaş'tır.
Vatandaş'ın bu konularda çok sayıda kitabı vardır. Özellikle bu gibi "ezoretik" yönü de olan konuların bütününü ele alan "Ezoterika" isimli hacimli kitabını
tavsiye ederim.
Vatandaş, bizlerin daha önceden öngöremediği birçok konunun kitabını yazmış çok sevgili bir arkadaşımızdır.
Bazıları giderken o geliyordu yani!