Ülke gündemi yoğun ve gerilimli...
Oysa iyi bir
seçim geçirmiş, başarısını kanıtlamış olan parti, seçmenin yarısının oyunu alarak tekrar iş başında kalmış. Ülkenin acil sorunlarının çözümü konusunda ümitliyiz. Ama işler birden sarpa sarıyor. Hele
İstiklal Savaşı devam ederken Meclis'i açık tutan ve onun iradesiyle mücadeleyi kazanan (kurucu sıfatlı) partinin Meclis'i boykot etmesi hepimizi şaşırtıyor.
Şiddet tam dinecek derken alevleniyor.
Sorunlarımızın çoğu, zamanında çözülemediği için ağırlaşmış; oluşumları sırasında geçerli olan anlayış ve araçlarla çözülmesi artık imkânsızlaşmış şeyler. Öyle bilinmedik, mucizevî çözümler isteyen sorunlar değil. Mesele eski ezber ve tutumların sürmesi.
Bir başka neden de bizim koşullandığımız
ülke ve dünya algısı. Önce dünya bize düşman diye öğrendik; sonra da çeşitliliğin tehlikeli olduğunu. Bu nedenle toplumun ve ülkenin ortağı, eşit üyesi olmak yerine onun içinde üstün ve
egemen olan, yani taraf olan aktörler olmayı belledik.
Çoğul bütün yapılarda taraf olmak (üstün veya tabi) bütünün diğer unsurlarına karşı konumlanmak demektir. Ya üstünlüğünü sürdürmek ya da tabi ve kaybeden taraf olarak düzene başkaldırmak dürtüsü kaçınılmazdır. Bu da bütün toplumun enerjisini çelişkilerle/çatışmalarla tüketmesi demektir.
Bakınız; örnek bir seçimden sonra Meclis'i toplamakta zorlanıyoruz. Evlatlarımız birbirini kırıyor. "
Güvenilirlik"te en başta olan kurumumuzun kimi personeli
yurt savunmasında "görev ihmali" nedeniyle (
Silvan) cezalandırılıyor. Başkaları, bir anayasal suç olan darbecilikten yargılanıyor. Dinsel ve etnik kümeler arasında var olan güven sorunu büyüyor, büyük şehirlerde
sokak çatışmalarına dönüşüyor. Artık Kandil'den gelen tehlikeyle yetinmiyor,
Karadeniz kırsalının güvenliğini düşünüyoruz.
Çoğumuz bu sorunları yeni sanıyoruz. Oysa bunlar eskilerin tercihlerinin ve uygulamalarının sonuçları. Mağdurları ve şikâyetçileri uzun süre susturulmuş ve bastırılmış. Ama gerek sayıları gerekse bugünün hukuk ve idare anlayışı, sorunları çözmeden sorunluyu susturmaya el vermiyor. Yani kısaca sorunlar yaratıldıkları gibi bitirilebilir de. Yeter ki kendimizi toplumda bir "taraf" ve diğerlerini "hasım" olarak görmeyelim. "Diğerleri" dediğim de vatandaşlarımız, yani
yaşam ve mülk ortağımız. Mesele, bu gerçeği kabul edip edemeyeceğimiz.
Durum böyleyken bu yapay gündemden uzaklaşıp,
pazar günleri siyasi olmayan, hayatın başka renklerini ve biçimlerini dile getiren yazılar yazmaya özen gösteriyorum. Kimi okurlar buna sinirleniyorlar ki hakarete varan yorumlar yazıyorlar. Bugün yazı işleri, onları şu sözcüklerle püskürtüyor:
"Sevgili okurumuz; yorumunuz yayın kriterlerine uygun olmadığı için yayınlanmadı..." Kimileri de sorunun kaynağındaki anlayışı açık ediyor.
"Misafir" mahlasını kullanan bir okur şöyle yazmış: "Doğu hocam içimden size bravo demek geliyor. 13 askerimiz ölmüş sizin umurunuzda bile değil keşke ben de sizin kadar gamsız olabilsem. TV'de ahkam kesiyorsun ama sorunu gel çöz bakalım. bu ülkede
demokrasi olmasa bunlar böyle davranabilir mi? İddia ediyorum şu anda üniversite sınavına girseniz kazanamazsınız" 2011.07.17 (Yanlışlar aslı gibidir.)
El
cevap: 1- Bu ülkede verilen her kayıp için üzülmek yetmez. Yas, intikamın kardeşidir. "Neden böyle bir durum var, on yıllardır sürüyor ve boğazlaşmadan sonlandırılabilir mi" diye düşünmek gerekir. 2- Köklü bir sosyal sorunu şahıslar çözemez. Toplumun ortak iradesi çözer. Şahıslar fikir ve ilham verirler. 3- Demokrasi askıya alınırsa sosyal-siyasal sorunlar çözülür sanmak daha büyük çaplılarının doğmasına neden olur. İşte bunları anlamadığımız için sorunlarımızı çözemiyoruz.