Berat Kalesi'nin taş sokaklarında, mahalle aralarında, taş evlerinde bizim olan bir şeyleri arıyorum. Ya hepsi bizim ya da hepsi çalınmış. Ya tepeden tırnağa yabancılaşmış ya da evlerin, sokakların bütün temelleri bizimle aynı yapı taşından. Kök kardeşliğimiz var yani. Ya ilk defa görüştüğümüz
Madagaskar kadar uzak bir yer ya da araya bir müddet
ayrılık girmiş iki çok yakın akrabayız.
Yok yok, bu yabancılık hissi geçici bir şey... Biz, araya bir müddet ayrılık girmiş iki yakın akrabayız. Bizim o kadar çok ortak hikâyemiz var ki... Aynı dedelerin, aynı ataların büyüttüğü çocuklarız. Aradaki
küçük tortuyu temizleyebilsek konuşacak ne kadar da çok konumuz var. Berat, bir gün ansızın kendisini terk edip giden bu akrabalarına biraz yaban duruyor ama bizim gibi yani çok yakın akrabaları gibi ağlıyor, hüzünleniyor, özlüyor. Fatih Sultan Mehmet'in bize
hediye ettiği bu şehir, bütün
Balkanlar gibi yeni Fatihlerini bekliyor. Cumbalı evlerde, yüzyıllarca öncesinden kalma hayatları yaşıyorlar hâlâ. Balkan komitacılarına, dünya savaşlarına, Enver Hoca denen tirana rağmen inatla yüzyıllar öncesinden getirdiği kimliğini devam ettiriyor.
Balkanlar'a her gelişimde yüreğimi kanatan, içimi acıtan yitirmişlik duygusu, Berat Kalesi'nde de her tarafımızı kaplıyor. Ahmak paşaların, siyasete soyunmuş askerlerin başımıza açtığı gaileler yüzünden elimizden yitirdiğimiz bu topraklar, her şeye rağmen buram buram
Osmanlı kokuyor. Bütün Balkan şehirleri gibi...
Türkiye'de Balkanlar konusunda çok yanlış bir kanaat var. Balkanlar deyince pek çok kişi
soğuk ve yağışlı havanın geldiği yer olarak düşünür. Fetihlerle oraya gittiğimiz, sonra da geri döndüğümüz kanaati olduğu için çok da ağıt yakılmaz Balkanlar'ın elimizden gidişine... Ama bu düşünceler ne kadar gerçeklerden uzaktır oysaki... Çünkü 90 yıldır dünya savaşlarına, komünist veya ırkçı yönetimlere rağmen Osmanlı'nın izini ortadan kaldırmaya muvaffak olamamışlar. Hâlâ
Makedonya,
Yunanistan,
Arnavutluk,
Kosova şehirlerinde hatta köylerinde
Türkçe bilen birileri var. Sıradan insanlar bile Türkçe birkaç kelime biliyor. Hele Üsküp'te, Prizren'de, Ohri'de, Gümülcine'de Türkçe dipdiri duruyor.
Türk okulları Türkçeye yeniden çok büyük saygınlık kazandırmış.
Balkanlar, coğrafik olarak yanı başımızda olmasına, Türkiye'de milyonlarca Balkan göçmeni Arnavut,
Boşnak, Torbeş, Pomak ve Türk yaşamasına rağmen yeterince gündemimizde değil. Hâlâ orada bizden o kadar çok şey yaşıyor ki, görünce hayretler içinde kalıyorsunuz. 90'lı yıllara kadar dönüp bakmasak da Osmanlı, en az Türkiye'deki kadar yaşıyor orada da. Üstelik Üsküp'e, Prizren'e gitmek, Kayseri'ye gitmek kadar kolay ve yakın.
Türk okullarının o bölgedeki başarıları yeniden büyük bir saygınlık kazandırmış Türkiye'ye. Türk şirketlerini de orada görmek insanı bir hayli mutlu etmiyor değil.
Ülker Golf dondurma, bu bölgede diğer dondurmalardan daha yaygın. Ülker'in gölgeliğinde dinlenip, Alpet'in petrol istasyonlarında arabamıza akaryakıt almak insanı bir hayli mutlu ediyor. Kale Seramik'i, Aytaç'ı ve daha birçok Türk şirketini orada yaygın olarak görmek insanı umutlandırıyor. Balkanlar ne kadar gündemimize girerse oradaki varlığımız da o kadar artacak sanıyorum.