PKK’nın Silvan’da pusuya düşürdüğü 13 askerle ilgili soruşturmada ‘ihmal’leri görülen üç subayın görev yerleri değiştirilirken AKP, Güneydoğu’nun güvenliği sorununda 1990’lara dönüş sinyalleri vermeye başladı.
Askeri bölgeden çekerek, PKK’ya karşı ‘Özel harekâtçı’lara görev verilmesi yönünde
hazırlık yapılıyor. Böylece
Kürt sorununda bir kez daha ‘güvenlik’ eksenli politikalar öne çıkıyor.
Sorun polise
havale ediliyor!
1980’lerden bu yana otuz yıllık ‘çatışmalı’ dönem bugüne dek izlenen kararsızlıkların da tarihidir.
12
Eylül darbesini yapanlar, Kürtleri
Diyarbakır Cezaevi’ne kapatmakla sorunun çözüleceğini varsaymışlardı. Köy basanlar nihayet üç beş ‘eşkıya’dan ibaretti.
Özal 1985-86’larda PKK’nın Kürtlere
bağımsızlık vaat eden ayrılıkçı bir
örgüt olduğunu kavradığında Güneydoğu’da ‘
olağanüstü hal’ ilan ederek sorunu çözebileceğini düşündü.
1990’lara gelindiğinde izlenen politikalar halkı ezmekten başka işe yaramamıştır.
Köy boşaltmalar, yakmalar, dışkı yedirmeler o dönemin ürünüdür.
Ve giderek, asker de ‘olağanüstü hal rejimi’nin içine çekiliyordu.
Körfez Savaşı’ndan sonra artık
Kuzey Irak da PKK’nın etki alanına girdi.
Çekiç Güç,
sıkıyönetim ve ‘düşük yoğunluklu çatışma’ süreçleri altında geçen ikinci on yılın sonunda
Öcalan, Suriye’den çıkartılmış, Kenya’da yakalanarak
İmralı’ya konulmuştur.
1999’daki PKK’ya karşı mücadelede üstünlüğü ele geçiren yönetimler -asker,
sivil- bu avantajı kullanamadılar.
Sorunun askeri -güvenlik- boyutu İmralı süreciyle noktalanırken siyasi yönü çözümsüz bırakılmıştır. 2009 yılındaki ‘demokratik
açılım’ üçüncü on yılın en kritik dönemeciydi.
Referandum ve seçimler sonucu 2011’e geldik.
Önümüzde yeni bir
Anayasa yapım süreci var:
Ve Özal’ın ‘olağanüstü hal’ ilan ettiği coğrafya, BDP’nin bugünkü ‘Özerk
Kürdistan’ bölgesidir.
Otuz yılda gelinen noktaya bakınca; ‘özerklik’ ilan eden Kürt siyasetiyle, hâlâ PKK ile baş etmeye çalışan
Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin, sorunu bir kez daha güvenlik boyutuna indirgeyerek ‘asker mi, polis mi’ diye patinaj yaptıkları görülecektir.
Üstelik şimdi bir de Güneydoğu’ya benzer bir ‘olağanüstü hal’ rejimini Karadeniz’de uygulamaya koyma, PKK’nın geçiş noktalarına özel harekâtçıları yerleştirme yanlışlığına düşme ihtimali var.
Askeri ‘iç güvenlik’ten asıl görevi olan ulusal güvenliğe, sınırların korunmasına çekmek doğru bir karardır. Bu sivilleşmenin gereğidir. Ordunun daha fazla yıpranmasını da önler! Ancak bunu yaparken polise büyük misyonlar yüklemek ne ölçüde gerçekçidir? 1990’lardaki ‘özel tim’ uygulaması çatışmayı şehirlere çekmiş ve ‘faili meçhuller’, ‘infazlar’ sonunda Susurluk’a gelinmiştir. O ‘kirli savaş’a yeniden dönmek, PKK’nın ekmeğine yağ sürer, Türkiye’yi iç savaşa sürükler. Yugoslavyalaştırır.
Kürt sorunu polise havale edilerek çözülemez!