Terörle mücadelede özel eğitimli asker ve polis birliklerinin devreye girme ihtimali
tartışma doğurdu. '90'lara dönüyoruz, silahlı çözüm
sivil çözümlerin önüne geçiyor' şeklinde haklı endişeler dile getiriliyor. 90'lara dönme ihtimali hepimiz adına ürpertici.
O yılları doğru
analiz etmek, dönmemenin yegâne garantisi.
Aksiyon dergisinin 'Adı konulmamış
darbe: 93' kapağını yeniden okumakta fayda var. (
Muhsin Öztürk'ün çalışması aynı isimle Zaman
Kitap'ta yayımlandı.) Sivil iradenin neredeyse tamamen ortadan kalktığı,
terörle mücadelenin bütünüyle askere
havale edildiği dönemin fitilini ateşleyen olaylardan biri 33 silahsız erin şehit edilmesiydi. Türkiye'nin demokratik açılımları konuştuğu hengâmda yaşanan provokasyon, askerin dümene geçmesini netice verdi. 33 vatan evladını silahsız ve savunmasız biçimde
PKK'ya
servis yaparcasına siviller göndermiş gibi
fatura çıkarıldı. Şimdiki süreç tam tersine işliyor.
Silvan saldırısıyla birlikte sivil otorite meseleye el koymuş görünüyor. Bizim de tatmin edicilikten uzak bulup eleştirdiğimiz
Genelkurmay açıklamasını 90'lı yıllarda hayal bile edemezdik.
İkinci
eleştiri, polis
Özel Harekât timleriyle ilgili şüpheler. Özel timlerin karıştığı işler için
Susurluk skandalına bakmak yeterli. Fakat o gün özel timlerin hem eğitim hem de sevk ve idare açısından askerin kontrolünde olduğu unutuluyor.
Ergenekon davasında birlikte yargılanıyor olmalarını dikkate almak gerekiyor. Denetimsiz her güç, sınırlarını aşmaya ve kontrolden çıkmaya meyillidir. Denetimin iki ayağından birincisi sivil idarenin etkinliğidir. Ama en önemlisi yargı denetimidir. 90'lı yıllarda evlerinin yakınlarında
bomba patlatılarak sindirilen yargıçlarla, bugün asker-polis ayrımı yapmadan hukuk ihlallerinin üzerine giden adli mekanizma aynı değil. Ergenekon,
Balyoz,
Poyrazköy yargılamaları; sayısını hatırlamadığımız
emniyet müdürleriyle ilgili soruşturmalar eski halin muhal olduğunu gösteriyor. Şimdiye kadar kitap üzerinde kalan Jandarma'nın İçişleri Bakanlığı'na bağlılığı, son olaydan sonra hayata geçirilmeye başlandı. Bir adım sonrası ve doğru olan, Jandarma'nın Genelkurmay ile fiili irtibatlarını tamamen bitirmek ve teoride olduğu üzere bir kolluk kuvvetine dönüştürmek. Jandarma, eğitimi,
tayin ve terfisiyle İçişleri Bakanlığı'nın kontrolüne alındığında; karanlık işlerin odağında bulunduğu ileri sürülen
JİTEM benzeri yapılanmalar da
tasfiye edilebilecek. İleri sürüldüğünün aksine sivilleşmeye gidildiği, sivil otoritenin inisiyatif kullandığı bir döneme giriliyor.
Terörle etkin mücadelenin
demokratikleşmenin itici gücü olacağını düşünüyorum. Öncelikle özgürlüklerin önündeki engelleri kaldırma konusunda hükümeti rahatlatacak ve cesaretlendirecek. 93'te 33 eri şehit ederek hükümetin elindeki paketi kör kuyuya atanlar aynı taktikle devam ediyor. Demokrasi karşıtı cephenin elinden terör manivelasını almak lazım. Ülkeyi terör eliyle onlar yönetmeye kalkışıyor. Ayrıca
demokrasinin zembereği olan serbest tartışma ortamını terör ortadan kaldırıyor. 12
Eylül referandumunda oy kullanmak isteyen, kabul oyu vermeyi arzu eden 10 binlerce insanın önünden
sandık kaçırıldı. Terör örgütleri tabiatı icabı
siyaset üretemez. Ama PKK kendini siyaset gurusu sanıyor ve farklı fikirlere
ölüm tehditleriyle
cevap veriyor. Bırakın Türk milliyetçilerini,
Şivan Perver,
Orhan Miroğlu,
Muhsin Kızılkaya gibi
Kürt aydınları gözdağıyla susturmaya çalışıyor. İçi doldurulamayan, zamanlaması ayarlanamayan
demokratik özerklik açıklaması dahi tek başına bu eksikliği göstermeye yetiyor. Ama kaç kişi aksini söyleyebildi? 90'lı yıllarda JİTEM'e isnat edilen suçları bugün KCK/PKK aynıyla işliyor. Bölge bu anlamda o yıllara dönmüş diyebiliriz.
Hepsi bir yana Hakkâri'de
sabah namazı çıkışında öldürülen
Aziz Tan hocanın hayat hakkını korumak üzer
e devlet, etkin ve caydırıcı bir güçle kendini göstermeli..