14 Temmuz 2011 "Yeni
Türkiye" için bir dönüm noktasıdır. O gün, Silvan'da 13 askerimiz pusuya düşürülüp şehit edildi. Yine o gün
Kürt ırkçılığı üzerinden
siyaset yapanlar, "
demokratik özerklik" ilan ettiler.
14 Temmuz 2011, hem
terörle mücadelede, hem de
Kürt sorununun çözümünde bir kırılma noktasıdır. Neden mi?
Bir,
terörle mücadelede, artık eski yoldan yürünemez. O yolda,
Ergenekon'un ayak izleri, devlet içindeki çetelerin
rant kavgaları, uyuşturucu ve
silah ticareti,
vesayet rejiminin payandası merkez medya, bir yargı zihniyeti, asker hegemonyası ve
felç olmuş
sivil irade var. O yolda derin sorular var. Terörle mücadele ettiklerini söyleyenler, gerçekten terörü bitirmek istediler mi? Cephelerde postallarıyla aylarca yatan samimi insanların terini, kanını, fedakârlığını kimler sömürdü? Kimler terörle mücadeleyi, sivil iktidarları kontrolde tutmak, Türkiye'yi yönetmek adına kullandılar? Ergenekon türü yapılarla,
PKK terör örgütünün, diğer terör örgütlerinin ilişkileri, bağları neydi?
JİTEM neydi? Birlerce
faili meçhul cinayetin izahı neydi? Türkiye'nin güçlenmesini engellemek isteyen ülkeler terörü nasıl destekliyordu? PKK'nın hangi fraksiyonunun arkasında hangi
Avrupa ülkesi, hangi komşu ülkeler vardı?
İsrail, bu işin neresindeydi? Koalisyonların getirdiği
yönetim zaafı, terörün işine nasıl yarıyordu?
Türkiye iki geçitten geçince her şey değişti: 12
Eylül referandumu,
12 Haziran seçimleri... Halk,
12 Eylül 2010'da, demokratikleşmeyi ipten aldı. İpten almakla kalmadı, yüzde 58 gibi bir iradeyle; siyasi iktidara
demokrasi,
özgürlükler ve sivil bir anayasa yürüyüşünde moral ve cesaret verdi. 12 Haziran 2011'de ise üçüncü defa ve yüzde 50 bir oy desteği ile AK Parti'ye, "bu yolda kararlılıkla yürü" diyerek güven tazeledi. İşte kırılma noktası buydu.
Başbakan Erdoğan,
halkın kuvvetli mesajını okumak ve hakkını vermek sorumluluğunu yüklendi. Ustalık döneminde,
seçmen ona "usta, işte meydan" dedi...
Bunun için terörle mücadelede artık yeni, yepyeni bir dönem var. Yeni Türkiye, terörün belini bu defa kıracak. Bu defa
yetki, sorumluluk, inisiyatif sivil hükümette olacak. Gulyabaniler, çeteler, karanlık odaklar kontrolünü kaybedecek. Terörle ilk defa, "Büyük Türkiye"ye yaraşır bir mücadele verilecek. Devletin gücünü zaafa uğratanlar devre dışı kalınca, sivil iradenin kontrolündeki polisin, jandarmanın, özel askerî birliklerin ahenkli çalışmalarıyla neler yapılacağını dost düşman herkes görecek...
İki, 14 Temmuz, Kürt ırkçılığı temelinde siyaset yapanlar için de bir kırılma noktasıdır. Bundan böyle onlar da, 12 Eylül ve 12 Haziran'ın aslında ne olduğunu çok iyi anlayacaklar. Kürt ırkçıları; PKK, KCK, BDP,
Kandil hepsi, 14 Temmuz'da ilan ettikleri "demokratik özerklik"in kendi kendilerine gelin güvey olmaktan öte hiçbir anlamının olmadığını görecekler... Çünkü Kürt sorunu, ırkçı-despot zihniyetlerin dayatmasıyla değil, ferdin hürriyetleri, insanı öne çıkaran özgürlük anlayışı ile çözülecek.
Kendi kendine gelin güvey olmaya bir örnek vereyim. Bakınız, BDP
Batman milletvekili
Bengi Yıldız, önceki gün
Taraf gazetesinde Neşe Düzel'e neler söylüyor:
"Demokratik özerkliği ilan ettiğimiz
bölge Kürdistan'dır... Aslında Doğu ve Güney
doğu'nun tamamıdır bu."
Yani
Erzurum,
Erzincan,
Malatya,
Adıyaman,
Gaziantep,
Mardin ve Şanlıurfa'nın da içinde bulunduğu 23 ilimiz. Pekiyi, BDP milletvekili başka ne diyor? Okuyalım:
"Kürt gençlerinin askere gitmeme meselesini ben üç-beş yıldır söylüyorum.
Kürtler kendi kendini idare etmelidir. Kendi polisini kurmalıdır. Ankara'ya
vergi vermemesi ama devletten
yardım alması lazım. Devlet ve hükümet buna karşı direniyorsa, dünyada ne oluyorsa bizde de o olacak. Kürtler zaten şu anda silahlı mücadele veriyor..."
Irkçılık, "Arap baharı" ile tehdit, dayatma, ne ararsanız var. Dünyayı yanlış okuyanların ve Yeni Türkiye'yi anlamayanların ortak zihniyeti de zaten bu. Türk ulusalcıları kaybetti, Kürt ulusalcıları da kaybedecek...