İletişim teknolojileri gelişip, habere ulaşma, ulaştırma imkânı çoğaldıkça bilgiden ziyade zanlar ve kanaatler üzerine bir
haberleşme bataklığı oluştu maalesef.
Uydu yayınları, 3G bağlantılar, fiber optik
iletişim malumatı sahihleştirmekten ziyade, hız için her türlü yakıştırmayı, yapıştırmayı mubah hale getirdi ne yazık ki. Buna bir de mecrayı elinde tutanların yozlaşmış ahlaki ve etik anlayışları, önyargıları eklenince, günümüz için 'Alınan ilk haber kesinlikle doğru değildir. Bekle ve gerçeğin ortaya çıkmasına şahit ol' gibi bir kaide oluştu bile diyebiliriz.
'
Bağcılar Medyası'nın pek beğendiği yoz bir 'yandaşlık' meselesinden bahsetmiyorum. Mesele çok daha derinlerde ve tehlikeli boyutlarda ne acı ki!
Aslında lineer
akıl, ilk gördüğü dala tutunmayı matah bir şey zanneder. Yapışır ve bırakmaz. Mahcup olabilme ihtimali onun için sorun değildir. Yüzde yüz yanılsa, yamulsa bile önce altını doldurmaya çalışır tutunduğu ilk dalın. Sağlamlığından filan bahseder. Ancak hakikat gün gibi aşikâr olunca her zaman yaptığı şeyi yapar; kıvırmayı dener.
Ülke medyasının kahir ekseriyeti olağan şüphecilik hastalığına düçardır. Öyle böyle değil hem de... Koltuk altlarına sıkıştırdıkları klişe nitelendirmelerle, aynı hatayı onlarca kez yapsalar bile
ders çıkarmazlar, özeleştiri yapmazlar.
'Kıtır kıtır kesti, cayır cayır yaktı, saniye saniye kaydetti' türünden bir klişecilik değildir bu. "Falancanın 11 Eylül'ü" türünden sözüm ona analitik buluşlardır.
Her şok gelişmede olduğu gibi Norveç'te yaşanan
katliam sonrasında oluşan kakofoniden de benzer çıkarımlar yapıldı. Kendisine haber kanalı diyen bir televizyon istasyonumuz, neredeyse dakika başı bağlandığı muhabirinden "
Kürt El Kaide'si" yorumları aldı. Hiçbir somut veri, tek bir rasyonel delile dayanmadan yaptı bunu üstelik.
Yılların verdiği
zihin konforu ve ideolojik idrak felci ile çok önceden nasırlaştırdıkları zanları, her haber için geçerli bir şablon oluşturuyor maalesef. Geçmişte çok daha basit ve minimal ölçekli örneklerini görürdük bu hastalığın. Misal,
keçisi çalınan
müftü için 'Müftü keçi çaldı' şeklinde atarlardı
manşeti ya da 'Sakallının yediği
nane' diye hem aşağılama hem de çarpıtma örneği gösterdikleri tam sayfa haberleri mevcuttur bu zihniyetin.
Geçmişin tek tipçiliği zamanla yerini çok sesliliğe bırakınca çarpık ruh halleri suratlarına çarpılmaya başlandı zamanla. Ve kendilerince daha dikkatli bir dil kullanmaya başladılar. Ama gelin görün ki şu kahrolası iletişim hızı çoğu zaman anlık suçüstü yapar oldu zihin kumaşlarına.
Misal
Başbakan Davos'ta çıkış yaptıktan hemen birkaç dakika sonra ekranlarına bağlandıkları İsrailli yetkiliye, 'Bize çok kızdınız, bunun bedelini ödetirsiniz değil mi?' gibi tuhaf sorular sorabildiler. Ya da, "Kürt El Kaide'si", "Norveç'in 11 Eylül'ü" gibi, faili şıp diye bulan
zehir hafiye manşetleri, yorumları attırabiliyorlar.
Bu bağlamda yaşadığımız çağın hızı, zihniyetleri açığa vuran bir turnusole dönüşüyor
doğal olarak. Yaşanan her gelişmede o kadar hızlı, suçlu/masum,
hain/kahraman üretiyorlar ki, bir gün sonra rezil olmak akıllarına gelmiyor ya da 'alışığız buna' pişkinliğine sapıyorlar.
Bu
sakat mantığın ürettiği çoklu standarttan hiç bahsetmeyelim isterseniz. Telefon kaydı yayınlamaktan
savcılık tutanaklarını ifşa etmeye, masumiyet karinesi bulamacından daha yargılanmadan hüküm vermeye kadar birçok alanda geliştirdikleri çoklu standart için bu köşenin hacmi yetmeyecektir.
Hiçbir aidiyet sıkıntıları, kimlik sıkıntıları olmadığı için elin Norveç'inde yaşanan bir katliamın faillerini birkaç dakika içinde bulup, manşet yapabilme kehaneti de böylesi bir temele dayanıyor. Geliştirdikleri olağan şüphecilik genleri, her gelişmede kendi zihinlerinde kurguladıkları suçlunun bir kez daha ortaya dökülmesinden başka bir şey olmuyor.
Sonrası mühim değil zaten. Katil ha Nazi çıkmış, ha
İslam düşmanı, ha Norveçli! Pişkinlik ile pişiriliyor bu tür refleksler.