Uluslararası Para Fonu (IMF), 2011 yılı sonunda Türkiye'de cari açığın milli gelirin yüzde 10'una sıçrayacağını öngörüyor.
Hiç olmazsa yüzde 8'den daha aşağı olmayacak gibi.
Hükümetin 2011-2013 dönemini kapsayan Orta Vadeli Programı'nda ise üç yıllık cari açık ortalamasının yüzde 5,3 olması hedefleniyor. Gelecek iki sene ne yapacağız da cari açığı milli gelirin yüzde 6'sının altına çekeceğiz?
Mevcut şartlar altında
büyümeyi yüzde 4'ün altına çekmeden bunu yapmak imkânsız gibi. Bu 'öldüren bir
tedavi' olur. Hükümet acaba yaklaşmakta olan muhtemel ikinci
kriz dalgasını mı bekliyor? Acaba 'yeni kriz çıkınca zaten büyüme de cari açık da duracak, cari açık değil, istihdam, gelir kayıpları, mali ve
finansal dengeler ön plana çıkar. O halde biz bu cepheleri
tahkim edelim' mi denilmiş oluyor? Kriz olursa açıkçası hükümet bir kez daha haklı çıkar, bize de buna
şapka çıkartmak düşer!
Peki krizde kısa vadeli finansman açıklarının kapatılması, yeniden borçlanmakta (borçları döndürmekte) sıkıntı doğmaz mı? Bunu o borcu alan ile verenlere sormak lazım. Devletin yani Hazine'nin pek büyük bir garanti verdiği yok. Öyle işler yolunda giderken kârı cebe indirip zor dönemde borçları 'millete çakma', yani hortumculuk dönemi kapandı.
Türkiye'yi 1990'larda çökerten dinamiklerden biri de buydu. Bizde kapandı ancak dünyada açıldı. En son Yunanistan'ı bu şekilde çökerttiler. Artık günümüzde çökmüş devletlerin yerinde ahtapot gibi dünyaya yayılmış, Karun gibi zengin şirketler var. Sözde
serbest piyasa kutsalları adına bunların nereden gelip nereye gittiğine, kaynağına dokunulamıyor. Ülkeleri hallaç pamuğu gibi atıyorlar. Siz, ABD'yi yöneten iradenin şu sıralar parlamenterleri ikna ederek
ekonomik reform paketi çıkartmaya çalıştığını mı zannediyorsunuz?
Hayır, büyük sermayeyi ikna etmeye, desteklerini almaya çalışıyorlar.
Umutlarını kaybedip sokaklara dökülenler dertlerini devlete, kamu otoritesine değil, Marko Paşa'ya, pardon G.Soros, R.Murdoch paşaya anlatacaklar.
Avrupa, korumacılığın anavatanıydı, hortladı. Avrupa bir de kastların ve
sınıf savaşlarının adresiydi. Şimdi derebeylikler yeniden, bu kez farklı dinamiklerle geliyor. Paranın, iktidarın,
iletişim ve
ulaşım imkânlarının bu kadar yakından küresel derebeylerin eline geçtiği dünyanın sonu, kanlı bir senaryodur. Finans eşkıyalığı, dünya sistemini
kene gibi yedi bitirdi.
Tedbirler geciktikçe kriz ihtimali ve ödenecek bedel de kartopu gibi büyüyor. Bizde de hükümet bunu görerek kamuoyunu uyarıyor. Şirketlere, hanehalkına, döviz pozisyonu açığı olanlara 'ben
tedbirlerimi aldım, siz de alın' diyor.
CHP'nin ekonomi uzmanı 'İlk defa bir hükümet kriz için şom ağızlılık yapıyor, konuşma da tedbir al' diyor. Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir. CHP, bozuk saat bile değil!
Oysa gerçek şu ki; Türkiye'de ilk defa bir hükümet dünyada olup bitenlerin farkında. Bütün olup bitenlerin içinde. Oluşturulmaya çalışılan ortak aklın merkezinde yer alıyor. Kendi cephesini tahkim etmiş. Bütçe açığını kapatıp 42 sene sonra yılın ilk yarısında fazla vermiş. Büyüme dörtnala. Buna rağmen enflasyon
kontrol altında.
İstihdam artışı var.
İşsizlik tek hanede. Emekçi ile hükümet '4+4' zam formülüyle suhuletle anlaşmış.
Varlık Barışı ve
torba yasada kamu alacaklarının yeniden yapılandırılmasıyla esnaf da güçlendirilmiş.
CHP ise hâlâ 'tedbir al' diyor. Peki bu tedbirler neymiş? Her zamanki gibi ses yok. 2009 krizinde, başında Deniz Baykal'ın bulunduğu CHP'nin önerdiği 'tedbir paketini' hatırlıyor musunuz?
Otomotiv lobisi işi gücü bıraktı, o sektöre kıyak ayrıcalıklar koparttı. Bunu meydanlarda önce Baykal'a söylettiler. Ardından da AK Parti'yi bloke edip, istediklerini aldılar. Geldiğimiz aşamada satılan her 10 arabanın 7'si
ithal. Al sana otomotiv sektörü, al sana cari açık! CHP'den buna benzer bir '
kurtarma paketi'
öneri daha bekleyin!