Bizim buralar


Marmaris'e yaklaşık bir saat mesafede, yazları bir yaprak, tırtıl, çakıl taşı gibi öylesine doğal yaşadığım denizle tepeler arasına sıkışmış bir sahil köyü Söğüt. Çocuklar oyuncakla değil denizle oynadıkları için on yaşını aştıklarında tekneye inip binmeleri, ipe düğüm atmaları, demir atıp toplamaları o kadar ustalıklı ki. O nedenle benim yaz kaptanlığımın getirdiği türlü acemlikler, onlar için gülümseme konusu. Köyün tüm gençleri, kızlı erkekli turizm sektörünün çeşitli alanlarında çalıştıklarından ben hep orta yaşlıları tanıyorum. Arada sırada köye izine gelen veya Ankara'ya askere gelen bir genç uğrar ve "Ben Söğüt'ten bilmem kimin oğluyum" der de o zaman tanırım onları. Orta yaşı aşmış erkeklerin çoğu gerek ticari dalgıç, gerek süngerci olarak denizde o kadar eziyet çekmişlerdir ki (vurgun yiyenlerini bazen köy kahvesinde görürsünüz) denize nadiren girerler. Hikâyelerini dinlemeden önce "Yahu bunlar nasıl adamlar, deniz kenarında doğmuş büyümüşler bütün yaz denize nadiren giriyorlar" derdim. Ama küçücük, tuvaletsiz teknelerde 8-9 kişi ekmek parası kazanmak için yıllarca denizin üzerinde ve altında çektikleri meşakkatten sonra onunla organik ilişkiyi kesmelerini anlayabildim. Ama göz temasını hiç kesmiyorlar. Gün boyu denizin kenarında ya bir okaliptüs ya da bir incir ağacının altında oturup sohbet ediyorlar. Siyaset ve din konuşmadan ne kadar çok konuşulacak konu buluyorlar... Bizim köyün yerleşmiş bir doğum kontrol geleneği var. Nadiren bir ailede iki çocuktan fazlasını görürsünüz. Tek çocuğu olan ve bu durumdan memnun olan pek çok çift var. O nedenle çocukların okutulması önem kazanmış. Bu amaçla Marmaris'te, hatta Muğla veya İzmir'de ev edinen veya oralardaki akrabalarının yanına yüksek okula gönderilen çocukları için ciddi kaynak ayıran aileler çok. Giderek köyün gençleri nitelikli iş piyasasında yer buluyorlar. Köyün doktorları ve avukatları, bolca öğretmeni var başka illerde çalışan. İki üç ineğini yakın tepelere şortla otlatmaya götüren, motosikletle bakkal babalarının siparişlerini müşterilerine ulaştıran genç kızlar, traktörle kum veya su taşıyan kadınlar görmek vakay-ı adiyeden. Deniz kenarında yüzenlerin hangisinin dışarıdan hangisinin köyden olduğunu ayırt etmek güç. Kadın-erkek eşitliğinin iki nedeni var: Zamanında, yanı arsaların tarla olduğu ve tarlaların denizden uzak olanının makbul olduğu dönemlerde sürekli rüzgâr ve tuzlu serpinti yiyen deniz kenarı toprakları kızlara miras bırakılmış. O verimsiz tarlalar kıymetli arsalara dönüşünce kadınlar görece zengin olmuşlar. Eh, zenginlik iktidarın bir kaynağı olduğu için kadınlar öyle erkeklerin kendi üzerlerinde egemenlik kurmasına izin vermemişler. İkinci bir neden de turizm sektörünün cinsiyetleri birbirlerini tanıyacak kadar yakınlaştıran ve insani olanı cinsel olandan daha çok öne çıkaran doğası nedeniyle erkek-kadın ilişkilerinin daha medeni ölçülerde seyretmesi. Mesela bizim köyde erkeklerin kadınlara lafla veya fiili sarkıntılık ettikleri görülmemiştir. Hele cinsel şiddete şahit olunmamıştır. Hatta şiddet olayı pek görülmemiştir. Bunu yazdığım anda düşündüm: Acaba erkeklerin kadınlara yönelttiği şiddet, saldırganlığın kuluçka alanı mı? Yani pek çok şiddet türü bu mümbit alanda mı ürüyor? Şiddetin yerini dedikodu almış. Herkes diğeri hakkında dedikodu yapıyor. Köyde neredeyse sır yok. Her şey biliniyor. Kafanızı iskeleden atlayıp taşa çarpın. Üç km. uzaklıkta merkezde bulunan sağlık ocağına gittiğinizde haberin sizden önce gittiğine hayret edersiniz. Aman dedikodu olsun da şiddet olmasın!

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER