- Yahu vaktimiz de kalmamış, yarım saate burda olurlar neredeyse; son hazırlıklarımızı gözden geçirelim
arkadaşlar. İkram olayını iyice düşündük mü? Ne ikram edeceğiz koca Amerika'nın dışişleri bakanına?
- Parti ocağında çay kaynıyor zaten genel başkanım;
kahve de var. Bence abartmayalım. Hilary Clinton'a ne ikram edeceklerini bilemediler dedirtmeyelim
iktidar çevrelerine?
- Yav kardeşim, seni kimin listesinden
parti meclisine girmiştin bakayım; ha, anlaşıldı. Görüşünü aldık. Başka teklifi olan?
- Koca Amerika'nın dışişleri bakanına, sanki
kasaba kıraathanesine gelmiş gibi çay ikram etmek doğru olur mu genel başkanım? Oldu olacak
gazoz,
limonata, nargile de şeyedelim.
Amerikan kültürüne uygun bir şey olsun; bunlar
makine kahvesini severler, ondan ayarlayalım. Olmazsa bir
koşu köşedeki büfeden bira getirtiriz.
- İyi, yanına fındık
fıstık çerez de getirtelim; yanına
balık veya ekmekarası
köfte, bol soğanlı. Kokoreç de olur. Yahu arkadaşlar misafirimiz bir kadın. Yekden bira ikram etmek olur mu? Biriniz elçiliğe
telefon edin, ne içermiş sorun? Ona göre
tedbir alınsın.
- Aşkolsun Kemal Başkanım. Liderlik budur işte. Sen neredeysen biz de oradayız vallahi.
- Bırakalım iltifatı arkadaşlar. Dişlerini fırçalamayan kaldıysa hemen lavaboya gidip fırçalasın. Oraya diş macunu koydurttuk. Gürsel sen arkadaşların kravatlarını gömleklerini bir daha
kontrol et; bazıları hâlâ takımla turnuvaya gitmiş pehlivanlar gibi bağlıyor kravatını. Üçgen düğüm boğazın ümüğüne iyice oturacak arkadaşlar, ayrıca kravatın ucunu pantolon kemerinin altına sokmak da yok; 60'lı yıllardaydı o, sakın ha!
- Sayın genel başkanım; afedersiniz ama bunlar ayrıntı. Daha hayatsal bir konuya gelmemiz teklifini öneriyorum...
- Hayatsal ne demek yav; durup durup iş çıkarmayın arkadaşlar, basın bir duyarsa tefe kor çalar valla. Zaten bahaneye bakıyorlar... Peki neymiş konu?
- Efendim, turpun büyüğünü heybede unuttuk; Bayan Klinton'a nasıl hitab edeceğiz? Efendim mi diyeceğiz, majeste mi diyeceğiz, ekselansları mı diyeceğiz, miss mi diyeceğiz, misis mi diyeceğiz? Sittin senedir hükümet yüzü görmediğimiz için unutmuşuz bu gibi
protokol kurallarını, ne diyeceğiz?
- Bence yenge diyelim sayın genel başkanım!
- Yenge mi, niye yav, nerden yengemiz oluyor ki kadıncağız?
- Kocasından ötürü tabii. Bunun kocası Türk dostu sayılır. Türkiye'de sevilen bir kişidir. Yenge diye hitab edersek hoşluk olur.
Kadın kendini akraba yerine koyduğumuzu hissedince memnun olur, sevinir. Bir sinerji oluştururuz böylece...
- Yenge... yenge... Hilary yenge... Süheyl, bu yengenin
İngilizcesi nedir, sen bilirsin?
- Afedersiniz genel başkanım, bir an boş bulundum, dalıp gitmişim, ne buyurmuştunuz?
- Yengenin diyorum, İngilizcesi?
- Yengemin İngilizcesi... Vallah ne desem, orta diyelim. Kendisi fakülte mezunuydu ama İngilizce seviyesini bilemem doğrusu. Hayırdır efendim, niçin merak etmiştiniz?
- Efendim, Süheyl Bey konuya muttali olamadı; ben arz edeyim müsaadenizle. Yenge'nin İngilizcesi olsa olsa "Aunt" olur!
- Yuh, elin kadınına teyze diye mi hitab edeceğiz? Büyük kabalık olur. En iyisi "Sister" diyelim, ne dersiniz arkadaşlar?
- İyi de, sister duruma göre hem bacı, hem de hemşire gibi mânâlara gelir. Kadınlar da zannedilenin aksine, kendilerine "Bacı, hemşire" denilmesini sevmezler. Bence olsa olsa "Sister in law" olur; öyle diyelim...
- Yahu birader sende kuş kadar
akıl varsa ben de neyim. Bu devlet seni iki sene Amerika'ya niye göndermiş vaktiyle şaşarım aklına. Sayın genel başkanım, arkadaş sizi yanıltıyor. Sister in law yerine göre baldız, elti, görümce gibi anlamlara gelir fakat Amerikalılar bundan neyi kasdettiğimizi kesinlikle anlayamazlar. En iyisi bence "Friend's wife" deriz. Yani arkadaşımın, dostumun, canmın ciğerimin hanımı demek olur. Brother's wife da olur, arkadaşımın eşi demektir. Böyle dersek bir güzellik, bir şirinlik olur,
- Bi dakka, bi dakka en güzeli "Aunt in law" deriz olup biter; tama arayolcu çözüm. Süleyman Bey olsa bunu
tercih ederdi. Bir gün böyle oturuyoruz Süleyman Bey'le, dedi ki...
- Yav kardeşim, kabahat size danışanda... Koca Amerika'nın dışişleri bakanı olacak kadını yenge yapıp çıktınız, hanımefendi diyelim en iyisi veya onu da büyükelçiliğe sorun bari...
- Genel başkanım biz sıcak bir ortam olsun; Bayan Kılinton
Anadolu sıcaklığını hissetsin, ılgıt ılgıt esen bozkır yellerinde kınalı bir kuzunun anasına duyduğu yakınlığı özümseyerek...
- En iyisi şöyle yapalım canım kardeşim; sen şimdi al şu on lirayı, bana Beypazarı'ndan bir paket peksimet kurusu kap getir, yengen istedi, yarın günü varmış. Çabuk ol ama, yere tükürüyorum, kurumadan getirmelisin tamam mı?
- Emriniz olur genel başkanım, derhal!
- Başkaca Beypazarı'na gitmek isteyen parti meclisi üyesi var mı arkadaşlar? Yok! Şimdi oturuş düzenine geçiyorum.
- Oturuş düzeni dediniz de efendim; acaba diyorum, evden bizim hanımları da getirsek iyi olur muydu?
Hani böyle bir sürü erkeğin arasında bir tane sarışın kadın, çekinir filan diye. Eşlerimizi getirmiş olsak biraz elişi, istenmeyen kilolar, fitness,
yemek tarifi filan konuşurlardı, ortam ısınınca biz de devreye girerdik. Bence kadıncağızın çok hoşuna giderdi.
- Anlaşıldı. Şeker kardeşim, ben şimdi aşağıya telefon ediyorum, hemen benim makam aracımı alıyorsun; atlıyorsun arabaya, bir koşu
Adana'daki il örgütünü denetleyip geliyorsun. Acele etmene gerek yoktur. Üye defterlerini kontrol edersin, şikâyetleri dinlersin, örgütleri kolaçan edersin. Tam yetkilisin. Adana örgütüne selamımı söyle. Oldu? Haydi bakalım, görev başına!
- Anladım efendim...
- Pekâlâ, ben tam karşısında olacağım Bayan Klinton'un, Gürsel sağımda,
Muharrem solumda. Ah şimdi
Haberal da burada olacaktı ki; gel de
arama birader... Geliyorlar mı? Haydi bakalım, aman kimse ağzından yenge filan kaçırmasın ha...