Silvan'da 13 askerin şahadetiyle sonuçlanan saldırıyla ilgili
soruşturma pek çok şeyin göstergesi olacak.
İzlenecek yol ve elde edilecek sonuç sadece o olayın aydınlanma derecesini bildirmeyecek; aynı zamanda Türkiye'de bir şeylerin değişip değişmediğini ortaya koyacak. Eski Türkiye'de şehitler olur, yürekler yanar, 'vatan sağ olsun' denilip geçilirdi. Yine vatan sağ olsun ama bunun için çocuklarımızın ölmesi gerekmiyor. Basit bir benzetme demeyin; hatalı gol yiyen kalecinin
hesap verdiği yerde canımıza mal olan hataların hesabını sormak hakkımız. Hata,
ihmal, beceriksizlik ya da
Allah korusun kasıt yoksa gönül rahatlığıyla 'vatan sağ olsun' demeye hazırız.
Çukurca'da askerlerin döşediği mayınla 6 şehit verdiğimiz anlaşıldığında şunları söylemiştik: Bu, en fazla şehit ailelerini rencide ve rahatsız edecek. Acılarını
şehitlik mertebesiyle bastıran insanların içine kurt düşürmeye kimsenin hakkı yok. Bundan önce ve sonraki bütün şehit haberleri aynı şüpheyle karşılanacak. Gerçek bir an önce açıklanarak, sorumlular cezalandırılmalı. Böylece hata yapmamak için azami özen gösterilir, aileler de '
çürük elmalar ayrılıyor ve cezalandırılıyor' diye TSK'ya güven tazeler. Maalesef Çukurca olayında hâlâ tatmin edici mesafe alınamadı. Silvan'ın aynı akıbete uğramaması gerekiyor.
Açıkçası Silvan tahkikatı konusunda daha fazla umutluyum. Bunun için ilk sebebim,
sivil yargının ve sivil idari
denetlemenin harekete geçmesi. 'Olay askerî yargının
yetki alanına girer' diyenler doğruyu söylemiyor. Zira soruşturma konusu
PKK'nın saldırısı.
Adli savcılar,
disiplin suçu tespit ederse dosyayı tefrik edip asker meslektaşlarına
havale eder. Olayın bütün olarak ele alınması ve böyle soruşturulması şart. İdari denetleme açısından da Jandarma Bölge komutanını araştırmak, öncelikle bağlı olduğu İçişleri Bakanlığı'na düşer. Hatta belki sonraki aşamalarda Cumhurbaşkanlığı'na bağlı Devlet Denetleme
Kurulu devreye girmeli. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün talimatıyla çalışan kurul,
Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümüyle ilgili pek çok karanlık noktayı aydınlattı. Eski dönemlerde sembolik bir
organ gibi duran DDK, Gül'le birlikte işlevsel hale geldi. İcranın başı olmanın ötesinde Başkomutan sıfatı
cumhurbaşkanına hem yetki hem de sorumluluk yüklüyor.
Gelelim tahkikatla alakalı ayrıntılara: Jandarma Bölge Komutanı
Tuğgeneral Ünal Karaosmanoğlu, birçok suçlamanın hedefi haline geldi. Diğer kurumlarda usul, soruşturmanın selameti açısından açığa almaktır. Aksine tahkikatı bizzat yürüttüğü iddiaları umarım doğru değildir. Çıkacak sonucu baştan sakatlayacak bir gelişme olur. Gerçekten aklansa dahi kimseyi inandıramaz. İnceleme ve soruşturmaların üç aşamayı kapsayacak biçimde yürümesi elzem.
Saldırı öncesinde birlikler doğru sevk ve idare edildi mi?
İstihbarat bilgileri yeterince dikkate alındı mı? Ve belki en önemlisi doğru birlikler mi kullanıldı? En temel eleştiriler bu konularda yoğunlaşıyor. Bilhassa özel birlikler dururken
arama-
kurtarma işini acemi askerlere yaptırmanın izahı kolay olmayacak. Hele kolordu komutanının aksi yönde talimatı varsa... İkincisi, saldırı anında doğru hamleler yapıldı mı? Pusuya düşen timin yardımına özel birlikler ve hava desteğinin geciktiği doğru mu? PKK birliğe nasıl bu kadar yaklaşabildi ve böyle kolayca kaçabildi? Saldırı sonrasında ise
propaganda üstünlüğünü PKK'ya kaptırmaya yol açacak şekilde yanlış ve eksik bilgilendirmeye kim sebebiyet verdi? Başta söylediğimi tekrarlayayım: Bu soruşturma sadece tekil olayı aydınlatmakla kalmayacak. Bir milada dönüşmeli ve 'kol kırılır yen içinde kalır' zihniyetini yıkıp, 'hata yapan bedelini öder' aşamasına geçtiğimizi göstermeli. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü de bunu gerektirmiyor mu?