Silvan saldırısı Başbakan'ın Kıbrıs'a giderken ifade ettiği gibi 'sıradan bir olay değil'.
Üstelik herkesi, hesaplarını yeniden gözden geçirmeye zorlayacak kadar önemli bir dönüm noktası. Hesapların
Kürt sorunu üzerine inşa edilmesi yeterli değil.
Ortadoğu'ya özgü kirli satranç hamlelerinden birini savuşturuyoruz. Karşımızda duran sahne, aktörler ve roller değişti. Senaryonun da değişmesi gerekiyor. 'Ne olur?' sorusunun artık bambaşka bir cevabı var.
Önce
senaryonun ana temasından bahsedelim. Bu senaryo,
Kürt sorununa dair bir senaryo değil. Kazanın içine kepçeyi daldıran, tabağına bir şey koyuyor.
Kürtlerin sırtında tepinerek birileri kendi hesaplarını görüyor. Kürtçenin kullanımı başta olmak üzere, Kürt vatandaşlarımızın eşit ve onurlu vatandaşlık talepleri yani Kürt sorunu bu senaryonun sadece fonunda duruyor. Gelişmelerde Kürt sorununa dair ipucu arayanlar bulamayacak. Birçok kördüğüm var ve İskenderler elleri kılıçlarında bekliyorlar.
Aktörlere gelince;
Son iki seneyi
Öcalan'ın muhatap alınması talepleriyle geçirdik. Sonunda alındı. Peki ne oldu? Öcalan'ın muhatap değil,
oyuncak olduğu ortaya çıktı. 'Demokratik özerklik' ilanını iki sene sonraya tarihleyen adam şimdi pişkin pişkin 'önemli olan pratik' diyor. Ateşkesi '15 Temmuz'un anlamı kalmadı' diye uzatan Öcalan'ı, şimdi de 'Silvan'ın on katı büyük şehirlerde olabilir' tehdidi yüzünden ciddiye mi alacağız?
Saint Exupery'nin Küçük
Prens'ini hatırlayalım. Kralın huzuruna çıkan Küçük Prens merakla soruyor: 'Generallerinize neden uçmalarını emretmiyorsunuz?' Kralın cevabı: 'Generallerim uçamazlar. Ben de bu yüzden uçmalarını emretmiyorum.' Öcalan'ın söylediği ise tam tersi. Generalleri uçuyor. Hem de fena halde uçuyor. O da uçmamalarını emredemiyor.
Kürt sorununun muhatabı Kürtler. Terör sorununun muhatabı ise yok. Öcalan kendince bir tuluat oynuyor. Generalleri onu dinlemiyor. Aslında kimse kimseyi dinlemiyor. Ne
Kandil, ne
İmralı, ne de BDP artık sorunu çözecek güç ve iktidara sahip. İllegalite adem-i merkeziyetçi bir yapı ortaya çıkartır. Keskin bir hiyerarşiyi illegal bir
örgüt işletemez. Özellikle şiddet unsurları özerkleşir.
PKK sadece Güneydoğu'ya bir derebeylik düzeni getirme iddiasında değil. Kendi içinde de, gemisini kurtaranın
kaptan olduğu feodal bir düzen sürdürüyor. Kimse kimseyi dinlemiyor. Herkes kendi hesabının peşine düşüyor. Böyle bir örgütün % 95'ine
silah bıraktırsanız da şiddet aynı tempoda devam edebilir.
Bu karmakarışık düğümü ancak İskender gibi çözebilirsiniz. Düğümü yapanların artık çözme iradesi ve imkânı yok.
BDP bu derebeylik düzeni içinde en zayıf ve en iradesiz aparat. Neyi ne için yaptıklarını bilmiyorlar. Neyi ne için yapacaklarını da. Aysel Tuğluk'un eline tutuşturulan metni okuyarak '
demokratik özerklik' ilan etmesini, diğer BDP'liler de bizim gibi seyrediyorlar. Karşı çıkanlar sadece cesareti olanlar. KCK'nın sayfalar dolusu 'demokratik özerklik' açıklaması içinde 'bu nedir?' sorusunun cevabı olan tek bir cümle bulamazsınız. Soğuk Savaş'ın en bayat Sovyet metinlerinden biri bu. Kelimeler bir anlama gelmeleri için değil,
kavga etmek için geziyorlar.
Son günlerin gelişmelerinde Kürt sorununa dair bir yenilik yok. Kürt ulusalcılığının gazını kullanarak PKK içindeki derebeylerinden biri kendisine
sipariş edilen bir Ortadoğu repliği tekrarlıyor. Öcalan'ın silah bıraktırma ve şiddeti sona erdirme gücü yok. BDP'lilerin herhangi bir inisiyatif alma ve sorulan sorulara kendi
beyin kıvrımlarından geçen bir muhakeme ile
cevap verme iradelerinin olmadığı ortada.
Kürt sorununu biz çözeceğiz; Kürtlerle birlikte. Başka muhatap yok.
Şiddeti de dişimizi sıkarak ve tahammül ederek durduracağız.
Çandar, PKK'lı şahinler, Öcalan çatlağı saçma diyor. Ama
Öcalan'ın yüzüp yüzüp kuyruğuna getirdiği kuş elinden uçtu gitti.
PKK Kürtlerin Ergenekon'u. İllegalitenin ürettiği keyfîlik ve kişisellik. Kişisel hesaplar ön planda.
BDP anlamsız.
Asker hatalı. Ama Kılıçdaroğlu'nun dediği gibi değil. Sivil denetim ihtiyacı önemli.
Ne olacağını Kürtler belirleyecek.