Ümit Kıvanç, "En çok merak ettiğim ayrıntı: "parayı alayım mı" sorusuna muhatap olup, "Al evladım, hayır işi yaparsın" diyen hocaya acaba kimse bir şey diyecek mi? "Kimse" derken, savcıyı kastetmiyorum." diyor 16 Temmuz 2011 tarihli
Taraf gazetesindeki köşesinde.
Mevzu malum.
Fenerbahçe ile başlayıp diğer bazı kulüplerimize uzanan
şike olayı.
Yazar "kimse" tabiri ile kimi kastettiğini anlatmıyor; sadece savcıyı dolayısıyla meselenin hukuki boyutunu kastetmediğini açıkça ifade ediyor. Bu durumda okuyucuya düşen niyet okuması yapmak! İsabet eder-edemez ayrı mesele ama niyet okuması yapmanın yolu, başka alternatifleri
teker teker sıralayıp bir tanesinde karar kılmak.
Benim aklıma gelen "hoca, hayır işi,
fetva" vb. kelime ve kavramların zihnimize yaptığı çağrışım sebebiyle işin dinî boyutu. O zaman yazarın mezkur cümlesindeki "kimse", hocanın hoca olan meslektaşlarıdır.
Ben kendimin hoca olduğunu zannetmiyorum. Keşke olsam; olabilsem.
İlahiyat tahsili yapmış, dinî ilimlerin bir dalında daha öte çalışmalarda bulunmuş olmama rağmen söylüyorum bunu. Çünkü "hoca"lık çok yüksek bir makamdır. Dinde onun kâmil manada temsilciliğini yapan, teorik ve pratik boyutları ile bize gösteren Hz. Peygamber'dir (sas). Efendimiz'den sonra
peygamber olmadığına göre, "hoca"lık en basit manasıyla Hz.
Muhammed (sas) ile temsil edilmiş makamın vârisi olmak demektir. Daha keskin ifadesiyle onun temsilciliğine soyunmak; onun namına konuşmaktır. Uzun sözün kısası; bir iddiadır "ben hocayım" demek. Onun için dedim ilahiyat tahsili yapmış olmama rağmen "ben hocayım" demem; diyemem, çünkü o iddiayı taşıyabilecek özelliklere kâmilen sahip olduğum zannında değilim.
Bununla beraber direkt veya dolaylı olarak dini alakadar eden meselelerde yazılar kaleme aldığım için üzerime alındım Kıvanç'ın bu sözünü ve bir şeyler deme ihtiyacı hissettim. Yukarıda kısaca yaptığım tahlil zaviyesinden bakınca, meseleye önce sözü edilen fetvaya, o fetvayı veren ve
emekli din görevlisi olduğu söylenen kişinin fetva verebilecek seviyede ilmi, ilminden aldığı yetkisi, fetva verdiği meseleye vukufiyeti ve genel manada tecrübesi var mı yok mu diye bakmak lazım. Gazetelerin verdiği habere göre "primi
transfer ücreti sandım" savunması hadiseye vukufiyeti açısından bizlere aslında bir fikir veriyor. Dinî sahadaki ehliyeti ise ayrı bir
bahis.
Şöyle düşünüyorum: Hz. Peygamber (sas) kendisine böyle bir soru sorulsaydı nasıl
cevap verirdi? Hz. Peygamber'in bu soruya cevap verirken temel dayanakları ne olurdu? Elbette ki Kur'an olurdu ve elbette ki Kur'an'ın tefsiri ve açıklaması sayılan ve bizzat kendisi tarafindan ortaya konulan ilkeler, prensipler olurdu.
Sözün geldiği bu noktada bakalım Kur'an'a ve Efendimiz'in ilkelerine. Ne var oralarda? Haram var,
helal var;
kul hakkı var; haksız kazancın
haram olduğu var;
hesap var, mizan var,
cennet var,
cehennem var,
adalet var, hukukun üstünlüğü var. Bu ilkelerin hepsi mezkur fetvanın yanlışlığını ortaya koyan değerler. Kaldı ki spesifik manada alana da verene de lanet edildiği rüşvetin haramlığına dair açık beyanlar var.
Arif olan anladı, çünkü sözün tamamı cahil olana söylenirmiş. Şahsen benim şike hadisesinin açığa çıktığı ilk günden beri mezkur fetva karşısında bir şey demememin sebebi bu. Zira karşımda yukarıda ifade ettiğim gibi Allah'ın ve O'nun temsilcisinin beyanları ve ilkelerine yüzde yüz zıt fetva görünümlü bir beyan var. Sizce bu beyan üzerinde konuşmaya değer mi? Rüşvete helal diyen, haksız kazanca kapı açan, kul hakkına
tecavüz eden, hesabı, mizanı, cenneti, cehennemi hiç kaale almayan sözüm ona "fetva" üzerinde konuşmak israf-ı kelam ve israf-ı zaman sayılmaz mı?
Not: Günümüz insanı ve gelecek nesillerin düşünce ve duygu istikameti kazanmasında inkâr edilemez emeklerin sahibi
Ahmet Şişman Bey'e Allahtan rahmet, geride kalan eş dost akraba ve
dava arkadaşlarına sabrı
cemil niyaz ederim.