Yıllardır seyrettirilen filmi bir kere daha seyrettirdiler bize ve biz gördüklerimizin etkisiyle öfkemize yenik düşmek üzereyiz!
Yıllardır gördüğümüz gibi bir defa daha gördük ki,
PKK denilen kanla beslenen canavar
örgüt öldürürken
Kürt-Türk ayırmıyor.
Gördünüz, şehit anaları her zaman olduğu gibi hem
Türkçe hem de
Kürtçe ağlıyor yavrularının arkasından.
Hâlâ anlamadınız mı iki gözüm yok, bu işin Türk'ü Kürt'ü!
Bu bir Kürt-Türk savaşı değil.
Bu işin ırkla, ırkçılıkla alakası yok.
Bu işin arkasında
Müslüman Kürtler yok.
Ne yazık ki ırkçı Kürtler bu filmin figüranı!
Her şehadet olayından sonra olduğu gibi televizyonlar yine şehit ailelerinin evlerine gittiler.
Yine bütün
Türkiye bu vesile ile bir kere daha gördü ki, şehit gençlerimiz yine halkın tabiri ile "gariban kesim"den.
Alt, orta veya ortaya yakın
ekonomik kesimden.
Garipler, sıvasız gecekondu evlerine şehit ailesi oldukları için
Türk bayrağı asıyorlar.
Anaların başı örtülü, babalar cami ile ev arasında gidip gelerek geçiriyorlar
işçi emeklilik günlerini.
Aldıkları üç
kuruş emekli maaşından çoğunu askerdeki oğullarına gönderiyorlar. "Yavrum o yaban ellerde muhannete muhtaç olmasın" diyerek.
Bazılarının emekliliği de yok.
Askere giderken de davul zurna çalıp
bayrak töreni yapıyorlar.
"En büyük asker bizim asker" diye bağırıyorlar yiğitlerinin arkalarından.
Moral vermeye çalışıyorlar belli de...
Bayrağa sarılı cesetleri dönünce mahallelerine, köylerine, bir çığlık kopuyor yüreklerinin en derin yerinden...
Dayanabilirsen dayan artık!
İşte bu noktada o zalim kuşku kaplıyor insan zihnini.
"Bu ülkenin zengin ailelerinin çocukları askerlik yapmıyor mu yoksa?"
Ya da yapıyor da en risksiz yerlerde mi askerlik adına
vakit geçiriyorlar...
Nasıl bir düzen işliyor, anlamak mümkün değil.
Hep garip, hep gariban!
Herkesinki can tabii, gariplerin garibanlarınki
patlıcan!
Elbette ötekiler de ölmesin, kimse ölmesin ama askerlik yasal,
ölüm de kaçınılmaz ise bunun adı düpedüz "
bedelli askerlik"tir.
Asıl bedelli askerliği bu garipler, bu garibanlar yapıyor.
Hem de bedelini canları ile ödeyerek!
Terörün bu noktaya gelmesinde en büyük sorumlu bu ordunun
generalleridir.
Eğer bu ordu iyi yönetilseydi,
sanal irtica tehlikesi oluşturup onun üzerine odaklanmak ve sürekli
darbe tezgâhlamak yerine
teröre ve sorunun çözümüne odaklansaydı bugün terör diye bir sorunumuz olmazdı.
Osman Pamukoğlu "Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok" adlı kitabında ordudayken başından geçen bir olayı nakleder.
Zamanın Genel
kurmay Başkanı Doğan
Güreş, 22 Haziran 1993 günü Kurmay
Albay Osman Pamukoğlu'nu makamına çağırır. Güreş Paşa son derece kızgındır. "Bunların hepsini emekli edeceksin, hatta sosyal haklardan da mahrum edeceksin" der.
Çünkü generaller Güneydoğu'ya gitmemek için direnmektedirler.
Güreş Paşa Kurmay Albay Osman Pamukoğlu'na "Seni tümgeneral yapıyorum, git" der.
Aynı şekilde Kurmay Albay
Erdal Sipahi de tümgeneral yapıldı. Daha doğrusu tümgeneralliği garantilendi.
O zaman Karargâh'ta 80 tuğgeneral var ama hiçbiri Güneydoğu'ya gitmiyor. Gönderilirlerse
istifa edecekleri tehdidinde bulunuyorlar!
Doğan Paşa görevi tebliğ ettikten sonra şöyle der: "Bunları emekli etmezsen bunlar kendilerini gizlerler ve
Genelkurmay başkanı bile olurlar."
Aha bu gerçek hikâye, "Herkes cezaevinde, orduda moral bozuk, savaşamıyorlar" diyen Kemal Kılıçdaroğlu'na
kapak olsun!
Kılıçdaroğlu böyle konuşunca "Deniz Bey eğer Ergenekon'un avukatıysa Kemal Bey bizzat kendisidir" diyen CHP'liye hak vermemek pek mümkün olmuyor!