Ulusalcıların gözü aydın!
Adamlarının birçoğu
Ergenekon ve
Balyoz sanığı olarak yargılanıyor ama,
hedefe çok yakınlar. Tıpkı tezgâhladıkları gibi
Türkiye'nin
Avrupa Birliği süreci
Kıbrıs sorunu nedeniyle durma noktasında. Kendileri içeride, ama planları tıkır tıkır işliyor. Meğer şu
Kıbrıs sorunu 'eski düzen' için ne kadar değerli ve işlevselmiş!
Kıbrıs Rum Yönetimi'nin AB Dönem Başkanı olması durumunda Türkiye-AB ilişkilerinin dondurulacağını açıklayan
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun hamlesi 'taktik' ise doğrudur, ama yeni bir 'stratejik
tercih' ise kimlerin tezgâhına geldiğimizi bir görelim.
1999 yılında AB'nin Türkiye'yi
aday ülke ilan etmesiyle panik başladı ulusalcı-Kemalist çevrelerde. Aslında ulusalcılık o zaman henüz '
icat edilmemişti'. Tam da bu süreci durdurmak, daha doğrusu AB dinamikleriyle Türkiye'nin dönüşümünü durdurmak için 1999 sonrası oluşturulan bir 'koalisyon'un adıdır ulusalcılık. AB üyesi bir Türkiye'de derin devletin barınamayacağını, askerin kışlasından çıkamayacağını, halkın baskılanamayacağını anlamışlar, panik olmuşlardı.
Panik boşuna değildi. Türkiye demokratikleşecek, devlet şeffaflaşacak, ekonomi bürokratlar değil piyasa tarafından yönetilecekti. Halkın kimliği, dini, inancı devlet denetiminden çıkacaktı.
Bildiğimiz anlamda Jakoben-Kemalist vesayetçi düzenin sonu... O dönemde The Economist'in bir haber-yorumunun başlığını hatırlıyorum: "Adios Kemalism".
Kasım 2002 seçimlerini
AK Parti kazanınca panik daha da arttı. Daha da kötüsü, daha birkaç yıl önce kolayca dışladıkları, ezdikleri, mahkûm ettikleri o 'İslamcı' hareket dönüşmüş,
AB üyeliğini birinci hedef olarak ilan etmişti. Seçime girmesi bile engellenen Recep
Tayyip Erdoğan, Avrupa başkentlerini dolaşıyor, AB üyeliği için bastırıyordu. Galiba 'eski düzen'lerinin miadı doluyordu.
Akıllarına Kıbrıs geldi. Rum Yönetimi AB'ye üyelik müzakerelerinin sonuna ulaşmış, BM bir barış planı hazırlamıştı. Plana karşı çıkılacak, Rum Yönetimi'nin Türk tarafı olmadan tek başına AB'ye girmesi sağlanacaktı. Neden? Rum Yönetimi'nin tam üye olduğu bir AB'ye Türkiye giremezdi çünkü. Böylece Türkiye ilelebet 'dışarıda' kalacak, 'eski düzen' devam edecekti. Nasıl olsa çözümün anahtarı kendi ellerindeydi; bu iş
Denktaş'tan sorulurdu. O da 'adamlarıydı', çözdürmezdi.
Ulusalcı, Ergenekoncu ve AB karşıtı çevrelerin Denktaş ve Kıbrıs 'aşkı' böylesine bir '
hesaplı aşk'tı. Kıbrıs'ı satıyorlar' nidaları yükseldi. Denktaş birden ulusalcıların gözdesi oldu. Ergenekon iddianamesine giren meşhur 'Hilafetin ilgası'nın yıldönümü toplantısından bir gün sonra (4
Mart 2004) Denktaş ATO'daydı. Şener
Eruygur,
İbrahim Fırtına,
Özden Örnek,
Aytaç Yalman gibi Ergenekon şüphelisi/sanığı komutanların ardından Denktaş sahne aldı. Bir yandan Meclis'in üzerinden savaş uçaklarının alçak uçuşları planlanıyordu, bir yandan da Denktaş karşılanıyordu Ankara'da.
"Denktaş'a miting gibi karşılama" başlığıyla veriyordu haberi
Hürriyet. Karşılayanlar arasında Ecevit, Kutan,
Yazıcıoğlu gibi
parti liderleri de vardı. Şimdi
CHP milletvekili olan
Sinan Aygün'ün ev sahipliği yaptığı bu karşılamada "Yavrusunu satan anasını da satar", "Emlakçı Tayyip Kıbrıs'ı satamaz", "
Amerikan Kukla Partisi (AKP)" gibi pankartlar göze çarpıyordu. Bir yandan 'şeriat' geliyordu, öte yandan da Kıbrıs'ı satıyordu bu 'şeriatçılar'. Başaramazlarsa, B planları da hazırdı: Balyoz
darbe planı.
Daha bir ay öncesinde Denktaş ve danışmanı
Mümtaz Soysal New York'ta Kıbrıs görüşmeleri sürerken Ankara'dan bir darbe bekliyorlardı.
Hükümetin baskısıyla anlaşmaya
imza atmak zorunda kaldıklarında Soysal bir gazeteciyi; 'siz şimdi sevinin, asker birazdan
bildiri yayınlayacak, görürsünüz' diye azarlıyordu. Bütün hesap Türkiye'nin AB sürecini durdurmaktı, çünkü bu, eski düzenin bir daha geri dönmemek üzere çöpe gitmesi demekti.
AB işini durdurmak ve AK Parti'yi 'darbe'lemek için bütün bu numaraları çeviren ulusalcı-Ergenekoncu çevreleri bugün AK Parti'nin sevindireceğini hiç sanmam. Türkiye'yi AB'ye tarihinde olmadığı kadar yakınlaştıran bir hükümet, böyle bir başarının ardından ilişkileri koparan hükümet olarak tarihe geçmez. Davutoğlu bence taktik bir hamle yapıyor...