Bazıları
Türkiye ekonomisinin ısındığını ileri sürüyorlar. Oysa bu bir
ısınma değil, gelişme. Çünkü Türkiye'de
işsizlik oranı azalıyor. Öyle ki, 2008 dünya mali krizinin dış şoklarıyla 2009'da yüzde 16.1 seviyesine çıkan işsizlik,
Mart 2011'de yüzde 10.8'e geriledi. Ayrıca fert başına gelir ve ücretler de reel olarak arttı. Son dokuz yılda fert başına gelir 3 bin 400 dolardan 10 bin 600 dolara yükseldi.
Türkiye ekonomisi ısınıyor diyerek telaş yaratmaya çalışanlar nedense bütün olumlu rakamları hiç dikkate almıyorlar. Bu ülkede halkın geliri artıyor ve dolayısıyla piyasada
tüketim talebi de yükseliyor. Çünkü ekonomide sürekli gelir hipotezi vardır. Bu hipoteze göre, insanlar işlerinin süreklilik kazandığını gördüklerinde ve ekonomiye olan güvenleri arttığında tüketimlerini çoğaltırlar. Yani "sürekli gelirlerini" harcarlar, arada sırada elde ettikleri gelirlerini ise tasarruf ederler. İşte Türkiye'de yaşanan bu!
Ekonomide yaşanmakta olan bir ısınma değil tam aksine olması gereken bir gelişme.
Peki Türkiye ekonomisi niye gelişiyor? Gelişiyor, çünkü devlet
bütçesi iyi yönetiliyor ve böylece kamu maliyesinin borçlanma gereği azalıyor. 2009'da kamu kesimi borçlanma gereği yüzde 5.45 seviyesindeydi. Bu oran, 2011'de yüzde 2.13'e geriledi. Bunun sonucunda devletin para ve
sermaye piyasalarından kullandığı fonlar özel
sektörün kullanımına aktarıldı ve bugün de aynı durum sürüyor. Eskisi gibi
özel sektör dışlanmıyor.
Özel sektör, devletin verimsiz kullandığı fonları daha verimli alanlara yatırdığından ötürü de ekonominin
büyüme hızı artıyor. Çünkü denk olan kamu bütçe çarpanını bir olarak kabul ettiğiniz takdirde özel yatırım harcamalarının çarpanı altıyı bulabiliyor. Dolayısıyla yapılan özel yatırımlar milli geliri daha hızlı çoğaltıyor.
Gelelim
bankaların kullandırdıkları
kredilerin riskine...Banka bilançolarına baktığımızda, toplam kredi tutarının toplam
mevduat tutarını geçmediğini görüyoruz. Toplam krediler, 622 milyar liraya ulaştı. Toplam mevduat ise 684 milyar lira düzeyinde seyrediyor. Ortada riskli bir durum da yok. Çünkü Doğu
Avrupa ülkelerinde toplam krediler, toplam mevduatın çok üzerinde seyrettiği için risk yaratmıştı.
İsviçre,
İsveç ve
Avusturya bankaları kendi ülkelerinin mevduatını,
Macaristan,
Polonya,
Romanya,
Bulgaristan,
Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerin tüketicilerine kullandırdıklarından
küçük bir şok anında alacaklarını tahsil edemez duruma düşme tehlikesiyle karşılaştılar. Kısaca Türkiye'de böyle bir gelişme banka bilançolarında görünmüyor. Kaldı ki takipteki alacakların kredilere oranı da sürekli geriliyor. Geçen yılın sonunda takipteki alacakların kredilere oranı yüzde 3.58 düzeyindeyken Haziran 2011'de yüzde 2.90'a geriledi. O halde kendimize güvenebiliriz ama lobiler bu özgüveni bozmak için vargüçleriyle çalışıyorlar.
Oynanan oyun şu! İyi giden, gelişen, zenginleşen bir ekonomide olması gerekenleri bize risk olarak algılattırılıp
politika faizleri yükseltilmek isteniyor. Cari açığın arttığı ileri sürülüyor. Oysa cari açığı faizleri yükselterek kapatamayız. Çünkü dünyada faizler çok düşük. Biz faizleri arttırdığımız takdirde daha çok sıcak para girişi olacak. Çünkü ABD'de işsizlik oranı en son verilere göre yüzde 9.2'ye yükseldi.
Dolayısıyla
Amerikan Merkez Bankası işsizliği azaltmak için üçüncü bir gevşek
para politikası dönemine girip para basmanın yollarını arayabilir. İşte bu ihtimal yeni bir kur savaşını başlatacak. Dün Brezilya'nın peşine
İsrail de takıldı.
Sıcak paraya yeni vergiler getiriyorlar. Sebebi ulusal paralarının değerlenmesini önlemek. Böylece
ucuz ithalata karşı durmayı, ihracatta
rekabet gücü kazanmayı hedefliyorlar.
Türkiye işte böyle bir dünyada iyi bir yolda ilerliyor.
Kamu kesimi borçlanma gereği azaldığı için ekonomi daha hızlı gelişiyor. Fonlar daha verimli kullanılıyor. Bunu bir ısınma ve risk olarak algılamak ya da insanlara böyle algılatmaya çalışmak en hafif ifadeyle hiç doğru değil.