CHP'yi kim ikna etti?


Görünen o ki, boykot krizi sona yaklaştı. Kılıçdaroğlu, yemin boykotundan dolayı parti içi rahatsızlığı, tecrübeli isim Baykal'dan dinledi. Karanlık kuyuya kendi indiğini, yine kendilerinin çıkması gerektiğini fark etti. Başbakan'ın CHP'nin blöfünü asla yutmayacağını, Kılıçdaroğlu'dan önce Baykal anladı. Anlamsız yemin boykotunun CHP'yi bile bile yıprattığını gören Baykal, tecrübesiyle CHP'nin açıklanması mümkün olmayacak daha da vahim bir duruma düşmesine müdahale etti. Kendi krizlerinin çözümünü AK Parti'den beklemenin hata olduğunu ferasetle teşhis etti Baykal. Baykal, hatadan dönmenin kaçınılmaz olduğunu anlattı Kılıçdaroğlu'na. Zaten CHP'nin dört gözle beklediği tavır "Ne olur bizi kırmadan, onurumuzu okşayarak çağırın da derhal gelelim, yemin edelim" beklentisiydi. Cemil Çiçek'in üretip de AK Parti'nin düşünemediği sihirli bir formül yok. Merak ettiğim şu. CHP'nin yemin boykotundan geri adım atma eğilimi, konusunda gerçekten Baykal mı etkili oldu, yoksa CHP'yi aşan irade ayak mı değiştirdi? Yemin boykotunu hazırlayan CHP üzerindeki irade, anlaşılan yeni anayasa sürecinde devre dışı kalmak istemediği için "yeni anayasa dönemi stratejisi"ni hayata geçirecek. Ayrıca CHP'nin krizi sonlandırma eğiliminin, Öcalan'ın BDP'ye "Hükümetle uzlaşıp Meclis'e girin" talimatıyla aynı zamanlara tekabül etmesi de ilginç değil mi? CHP'ye tutuklu vekillerin serbest kalması için kanuni düzenleme sözü verildiyse, bunun siyaseten ve hukuken yanlış olduğunu söylemem gerek. Sadece tutuklu vekillerin tahliyesi için yapılacak hukuki düzenleme, yargıya ve hukuka, ayrıca AK Parti'ye duyulan güveni sarsar. Tutuklu vekiller için TBMM karar versin diyen baro başkanı ne ağzından çıkanı biliyor ne de kuvvetler ayrılığını görüyor. Sabırla adli mekanizmanın işleyişini ve kararlarını beklemek gerekmektedir. KCK'dan bağımsız bir siyasal iradesi olmayan BDP'liler ise "tabii liderlerinin" emrini duyunca tavır değiştirdi. Zaten Aysel Tuğluk, "Öcalan Meclis'e girin derse girer misiniz" şeklindeki soruya, Öcalan'ın bu şekildeki telkinini göz ardı edemeyeceklerini söylemişti. "Emir telakki ederiz" demenin farklı bir versiyonudur bu. Öcalan, görüştüğü heyetle "Barış Konseyi" kurulması yolunda mutabakata vardığını söylüyor. Böyle bir konsey gerçekten hayata geçecek mi göreceğiz. Teşkil edilmesi muhtemel böyle bir konseyin muhatabı, siyasal iradeye sahip bir BDP olması gerekir. Ama bu zamana kadar irade ve inisiyatif sahibi bir BDP göremedik. Doğrusu bundan sonra da gereceğimizi zannetmiyorum. BDP, KCK'dan bağımsız bir irade gösteremedikçe görüşmeler sadece terör örgütüyle pazarlık demektir. İngiltere'nin IRA'nın siyasal uzantısı Sinn Fein'le yapılan görüşmelerle bizimkinin benzerliği maalesef yoktur. Çünkü Sinn Fein, IRA'dan ayrı bir siyasal irade gösterebilmişti. Bu itibarla eylemsizlik deyip her türlü şiddet ve terör eylemine devam eden PKK'nın samimiyetsizliğini hepimiz görüyoruz. Huzur ve barış namına verilen tavizler her zaman barışa giden yol değil, bazen terörü güçlendiren enstrümanlardır. Aklıma Kolombiya örneği geldi. Kolombiya'nın kadim terör örgütü FARC (Kolombiya Devrimci Ordusu), 1998'de devletle girdiği diyalogda barış için ülkenin güneyindeki 5 bölgeden askerin çekilmesini şart koşmuştu. Başbakan Andreas Pastrana barış ve huzur namına bu çılgın talebi bile kabul etti, 42.000 km'lik bir alandan güvenlik güçlerini çekti. Sonunda ne oldu? FARC bu sefer hükümetten askeri faaliyetlerin durdurulmasını istedi. Dahası askerin çekildiği bölgelerde FARC kokain ekimini hızlandırdı ve bu alanları güvenlik birimlerine saldırmak amacıyla merkezi bölge ve eğitim alanı olarak kullandı. Uçak kaçırma dâhil bombalı terör eylemlerine de devam etti. Sonunda FARC'ın IRA'dan bomba eğitimi aldığını tespit eden hükümet, örgütle arasındaki görüşmeleri sona erdirdi. Devlet terör örgütünün lideriyle elbette görüşür ve görüşecektir. Ama güvenlik, teenni ve tedbiri elden bırakmamalı.
<< Önceki Haber CHP'yi kim ikna etti? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER