Siyasette ve medyada olduğu gibi, Türkiye'de sosyal bilimlerde de bir 'merkez' var. Ve aynen diğer alanlarda olduğu gibi sosyal bilimlerin merkezi de uzunca bir süreden beri krizde.
Çünkü şimdi karşısında
İslami cemaati başat aktör haline getiren bir
toplumsal dinamik bulunuyor, ama merkez sosyal bilim laik cemaate sıkışmış durumda ve kendi kimliğinin zımni önermelerinin dışına çıkarak topluma bakabilmeyi beceremiyor. Böylece anlamadığınız bir toplumsal süreci anlarmış gibi yapmak zorunda kalıyorsunuz, çünkü
bilim adamı olarak sizin anlıyor olmanız bekleniyor. Bu durum yüzeysel ve hatta uyduruk kuramsal analizlere yol açmanın ötesinde, sosyal bilimcilerin kendi söylemlerine yapışarak ideolojik tutum almalarına neden oluyor. Bu ise sosyal bilimcinin bir tür siyasetçi haline gelmesi ve nesnel bakabilme yeteneğini kaybetmesi demek... Öte yandan söz konusu ideolojikleşmeyi telafi etmek üzere temkinli bir bakış savunuluyor. Sırtını pozitivizme dayayan merkez sosyal bilim, niceliksel datanın önemini,
ölçüm yapmayı, rakamsal veriler üzerinden konuşmayı savunuyor. Niteliksel analizler ise değer yargısı içeren muğlak öznellikler olarak dışlanıyor.
Ne var ki 'anlamak' ele alınan kişinin, grubun veya topluluğun zihnini, kavramsal dünyasını,
akıl yürütme biçimini, kısacası algılama dilini çözmeyi gerektirir ve bu da ancak niteliksel yaklaşımla mümkündür. Çünkü aksi halde elinizdeki ölçümün neyi ölçtüğünü bile bilemezsiniz. Deneklerin anlam dünyasını anlamadığınız halde anlarmış gibi yapmakla kalmaz, bu anlam dünyasını sabit varsaymak zorunda kalırsınız. Elimizdeki son örnek Ersin Kalaycıoğlu'nun bir süre önce
Vatan gazetesinde Mine Şenocaklı'ya verdiği söyleşi.
"Bütün olan biteni birtakım istatistiksel hesaplamalarla ortaya koyabiliyoruz." diyen Kalaycıoğlu'na göre
seçmen iyice sağa kaymış ve merkez sağ tamamen boşalmış durumda. Kendilerini soldan sağa doğru giden 1 ile 10 arasındaki bir cetvele yerleştirmeleri istendiğinde 1990'da beş seçmenden biri kendisini solda, biri de sağda görüyor ve "geriye kalan yüzde 55 ise kendini orta sağda görmekteymiş". Tabii ilk akla gelen soru orta solun nereye gittiği... Anlaşılan sol dendiğinde orta sol da içeriliyor. Ama bu durumda sağla orta sağı ayırmak da pek anlamlı değil. Her neyse 2010'a gelindiğinde, kendilerini solda görenler yüzde 15'e düşerken, sağda görenler yüzde 45 olmuş. Kalaycıoğlu "Orta sağ yok artık Türkiye'de, orta sol da yok... Sol var, sağ var, arası ise
uçurum." diye konuşmuş. İyi de 15 ila 45 toplam 60 ediyor. Geriye hâlâ yüzde 40 var... Bunlar niye anlamsız bir güruh olarak görülüyorlar acaba?
Bu
teknik soruları deşmeye gerek yok, çünkü Kalaycıoğlu varmak istediği noktayı biliyor: "AKP nerede? 8'lerde artık. İyice sağa gitmiş... Burada seçmenin gözündeki sıralamada AKP'ye orta sağ denebilir mi? Ilımlı bir parti denebilir mi?" Yani seçmene sorulduğunda AKP'ye aynı cetvel üzerinde 8 vermiş. Diğer bir deyişle AKP seçmeni kendi bakışıyla oy vereceği partinin bakışının uyumlu olduğunu söylemiş. Kısacası tutarlı bir seçmenden söz ediyoruz. Ölçü başka bir şey söylemiyor... Çünkü seçmenin sağdan ne anladığı belli değil. Ya 'sağ' denen şey o insanlara
özgürlük, reform,
adalet gibi kavramları ima ediyorsa?
Ancak Kalaycıoğlu'nun derdi anlamaktan ziyade AKP'ye 'ılımlı' denmeyeceğini söylemek gibi gözüküyor. Nitekim 'sağın' bu seçmene siyasi olarak ne ifade ettiğini irdelemiyor... Onun yerine İslami kesimin kültürel normlarını 'sağ' olarak tanımlayarak, kültürel kodların belirli bir siyaseti ürettiğini iddia etmiş oluyor. Buna göre sağ bir 'paket'. İçinde ise şöyle şeyler var: "Gelenekler, değerler, yaşlılara hürmet, gençlerin yaşlıların öğrettiklerini kabul etmesi ve ona göre yaşaması, kadınların
aile içindeki yerinin erkekten sonra gelmesi, 3 çocuk, kadının çalışmayıp ev içinde kalması, örtünmesi..."
İlginç bir durum, çünkü İslami çevreler bugün tam da bu geleneksel yaklaşımın bittiğinden şikâyetçiler! Öte yandan Kalaycıoğlu söyleşinin bir başka bölümünde de "Şimdi bir yanda muhafazakâr demokrat, liberal ekonomi yanlısı birtakım yeni siyasal formüller arayışı içinde olan bir AKP var." diyebiliyor. Acaba sağcı, gelenekçi AKP'ye bu arada ne olmuş olabilir?
Sosyal bilimin, bu gözlemleri bir nedenselliğe de oturtması lazım. Nitekim Kalaycıoğlu da AKP'nin yükselme nedenini açıklamış. Buna göre mesele
soğuk savaşın bitmesi, askerî darbenin Türk-İslam sentezini pompalaması ve Sovyetlerin çökmesi. 'Toplum nerede?' diye sormazsınız umarım. Kalaycıoğlu'nun analizine göre 28
Şubat sonrasında İslamcılar bu sorunu çözmek için "
Cumhuriyetin özelliklerini değiştirelim, laikliği bir kenara atalım... yeni bir cumhuriyet kuralım." demişler. Devamı şöyle...
"Esasında bunun bir işe yaramadığı bugün ispatlanmış durumda... İslamcılık ve Türkçülük cereyanının önerileri de tutmuş değil." Bu noktada Şenocaklı soruyor: "Tutan ne?" Cevap tüm söyleşiye bedel: "Bilmiyorum. Bir şey tutacak mı onu da bilmiyorum."