Perşembe günü
Cenevre’de Rum ve Türk müzakere heyetleri BM Genel Sekreteri ile bir araya gelerek
Ekim ayına kadar hızlandırılmış müzakereleri sürdüreceklerini açıkladılar. Eğer her şey yolunda giderse, yani taraflar masadaki konuların ağırlıklı bir kısmı üstünde mutabakata varırsa, kalan sorunların çözülmesi için bir uluslararası konferans toplanacak ve dünya
Kıbrıs meselesinden kurtulacak.
Basına yansıdığı kadarıyla BM Genel Sekreteri Rum tarafına aba altından
sopa da göstermiş ve tarafların uzlaşamamaları halinde konuyu
Güvenlik Konseyi’nin dikkatine sunacağını söylemiş. Türkler de
Rumların elindeki kozu çürütmek için
toprak konusunun masaya gelmesine
itiraz etmeyeceklerini belirtmiş. Yani Cenevre görüşmeleri iyi geçmiş.
***
Umarım gerçekten iyi geçmiştir de 1950’lerden beri gündemde olan
Kıbrıs sorunu çözülür. Dünya da,
Türkiye de bu sorundan kurtulur. Kıbrıslı Türkler
toplum olarak da AB’ye girer. Bundan sonra
Lefkoşa sokaklarında Türkiye karşıtı değil AB karşıtı
gösteriler düzenlerler. Ek maaşları ve yeni arabaları için bizim verdiğimiz vergilere bağımlı olmaktan çıkarlar.
Ama tecrübem ve sağduyum bana sorunun çözülemeyeceğini söylüyor. Ne kadar parlak geçmiş olursa olsun Cenevre toplantısı her iki taraf için de samimi bir çözüm çabasından çok dünyayı şaşırtma ve oyalama taktiğiydi. Yanılıyor olmayı çok isterdim ama samimi olsalardı çözüm çoktan bulunur, özellikle Rumlar bir arada yaşamaya razı olurdu.
Kim ne derse desin Rum tarafı çözüme hazır değil. Adanın güneyinden gelen çoğu sinyal olumsuz.
Kilise de muhalefet de çözüme karşı. En çözüm yanlıları konfederasyondan, kadife boşanmadan söz ediyor. BM parametreleri içinde iki kesimli, iki toplumlu yaşayabilir bir
ortaklık kurmak isteyenlerin sesi son derece cılız çıkıyor.
Zaten Rumlar çözüme hazır olsa önce müstakbel ortakları üstündeki ambargoları kaldırırlardı. 2004 Nisan’ında sözü verilen ama aradan geçen yedi yıla rağmen bir türlü hayata geçirilemeyen ve aslında pratikte de hiçbir önemi olmayan AB’nin Doğrudan
Ticaret Tüzüğü’nü çıkartırlardı.
İkincisi, BM Genel Sekreteri’nin
Güvenlik Konseyi tehdidi gerçekçi değil. Konu gündeme geldiğinde ne
Amerika, ne
Rusya, ne de
Fransa “Rumlar da çok oluyor, bu iş burada biter” demeyecektir. Amerika’daki Rum lobisi ya Türkiye’ye ya da Türk tarafına kulp takıp radikal bir kararın alınmasını engelleyecektir.
Fransa ve Rusya da başlarına taş düşmezse Kıbrıs sorununu kendi stratejik çıkarları için kullanma huylarından vazgeçmeyeceklerdir. Unutmayalım ki Kıbrıs sorununun çözülmesi Fransa için Türkiye’nin
AB üyeliği, Rusya için NATO ittifakının içindeki en önemli nifakın sonu anlamına gelmektedir.
Her ikisi de böyle şeyler yapmak istemezler. Amerika da Rum lobisine rağmen adım atmaz. Yani sorun Güvenlik Konseyi’nin gündemine getirilse de bir şey fark etmez. Bundan önce geldiği gibi kalır. Genel Sekreter’in raporu “radikal” unsurlar içerdiği taktirde gündeme alınmaz. Hoş, Genel Sekreter de öyle radikal işler yapmaz.
***
Bu statik durumu değiştirebilecek tek
ülke Türkiye’dir. İsterse Türkiye inisiyatif alarak dengeyi fena halde değiştirebilir.
Ankara Ekim sonuna kadar anlaşmazlık olması durumunda AB ile olan ilişkilerinden doğan sorumluluklarını tek taraflı olarak yerine getireceğini,
liman ve havaalanlarını açacağını, kendi kontrolü altındaki toprakları üstündeki egemenliğini aslında çoktan tanıdığı Rum kesimi ile diplomatik ilişki kuracağını, ancak bunun iki devletli çözüm anlamına geleceğini, hatta Kıbrıslı Türklerin kabul ettiği
Annan Plan’ındaki toprak oranlarını nihai barış antlaşması için esas alacağını söylerse, yer yerinden oynar.
Derseniz ki Türkiye böyle bir şey yapar mı? Doğrusunu isterseniz hiç sanmam. Türkiye büyük bir olasılıkla olayları kendi seyrinde bırakmayı, içte ve dışta risk almamayı
tercih eder. Çözümsüzlüğün sorumluluğu yine kendisine yüklenir diye düşünür. Hareketsiz kalmayı ve beklemeyi seçer. Sorun ise belki başka türlü çözülür ama bu şekilde değil. Dedim ya yanılıyor olmayı çok isterdim...