Öcalan istedi, BDP
Meclis’e girecek... Murat Belge’nin, “Meğer arkadaşı değilmişim” dediği
Sırrı Süreyya Önder de, herhalde, “Bu Meclis’te can güvenliğimiz yok. Bizi vuracaklar... Alın Meclis’inizi başınıza çalın” gibi laflar etmeyecek.
Bu iş böyledir.
Öcalan ister, boykot ederler.
Öcalan ister, boykota son verirler.
Şunu demek istiyorum: BDP’li
siyasetçileri
PKK ve Öcalan konusunda tavır almaya zorlamanın bir anlamı yok... Bir rasyonalitesi de yok. Seviyorlar önderlerini... “Öndersiz” bir çözüm düşünemiyorlar... “Bölücü başı”, “bebek katili” gibi lafları da rencide edici buluyorlar. Olabilir...
Bir kusurları var yalnız:
Kimlik siyaseti yaptıkları, her olguyu “kimlik” üzerinden anlamlandırmaya çalıştıkları için, her türlü farklılığı ve hatta en ufak eleştiriyi bile, “kendi kimliklerine yönelik bir saldırı” gibi algılıyorlar.
Hep örnek veriyorum ya... Bir televizyon kanalında Halil Berktay’la Sırrı
Sakık’ın tartışmasına
tanık olmuştum
Berktay, “
Kürt siyasal hareketi meşruiyetini elde etmek istiyorsa, öncelikle şiddet konusunda bir tavır geliştirmelidir” gibi, her normal aklın ve vicdanın kabul edeceği laflar ettikçe,
Sırrı Sakık coşuyordu; “Bizi asimile edemezsiniz... Bizi yok edemezsiniz... Buna izin vermeyeceğiz... Kürt halkı bunun hesabını soracak...” vs.
Bu laflar, Halil Berktay gibi, bırakın asimilasyon politikalarını savunmayı, asimilasyon politikalarını savunanlara
selam bile vermeyecek birine, işi olguları anlamak olan değerli bir bilim adamına söyleniyor.
İstenen çok basit bir şey oysa:
Kimsenin Kürt siyasal hareketine bir şey dediği yok; bari şu şiddet meselesini gözden geçirin.
Bu kadar...
Bu kadarcık “uyarı” (hatta “dilek”) bile çılgına çevirmeye yetiyor arkadaşları.
Bir kusurları daha var:
Bir “ondokuzuncu yüzyıl alışkanlığı” olan “ulusçuluğun” bütün hastalıklarını tevarüs etmiş durumdalar ve yöntem olarak da Türk jakobenizmini izliyorlar. Bu işler bitti oysa. Dünya “ayrışmayı” değil, artık “bütünleşmeyi” konuşuyor.
Neyse, karar
İmralı’dan da gelse, “boykot”tan vazgeçmeleri daha olgun bir siyasete yönlendirecektir onları.
Hem siyaset kazanacaktır, hem kendileri.
Siyasetin kazanması, Kürt sorununun çözümünü kolaylaştıracaktır.
Darısı CHP’lilerin başına...
Dün Çiçek-Kılıçdaroğlu görüşmesi vardı.
Bu görüşmeden de bir şey çıkmamış.
Karşılıklı iyi dilekler sunulmuş, “sımsıcak mesajlar” verilmiş ama Kılıçdaroğlu’nun beklediği güvence gelmemiş.
Meclis Başkanı hangi güvenceyi verecekti, kimin adına verecekti, ne diyecekti?
Orası muğlak...
Güvencenin ne olduğunu CHP’liler de bilmiyor.
Sadece, “Bize bir şey söyleyin” modundalar... “Bir şey söyleyin ki, Meclis’e girip yeminimizi edelim...”
Kimse size bir şey söylemez.
Ben söyleyeyim:
Bu işleri başınıza
Süheyl Batum sardırdı.
Şimdiden “CHP’nin gizli genel başkanı” ilan edilen Süheyl Batum’a gidip, bu meseleyi çözmesini isteyeceksiniz.
Süheyl Batum da, muhtemelen (muhtemelen değil, mutlaka) Demirel’e soracak. Ve bir çıkar yol bulunacak.
Bulunacak yolu da söyleyeyim:
Güvenceyi, şartı şurtu bir kenara bırakıp Meclis’e gideceksiniz, efendi efendi yemininizi edeceksiniz... Bir daha da “
Ergenekon dolduruşuna” gelmeyeceksiniz.
Hepsi bu kadar!