LİBERAL Düşünce’nin Türkiye’deki öncü isimlerinden Prof. Atilla Yayla’yı
telefon açarak kutladım. Balçiçek İlter’in Haber Türk’teki “Söz Sende” programında,
CHP’nin 1946-50 arasında demokrasiye geçiş politikasından takdirle bahsetmişti çünkü.
Yayla da ben de seksen yıllık CHP çizgisine eleştirel bakarız.
Ama Milli Şef İsmet Paşa’nın dünyadaki değişimi görerek 1946’da demokrasiye geçiş kararı aldığını, parti içindeki radikalleri etkisizleştirdiğini, valiler ve polis DP’ye
baskı yaptığında Celal Bayar’la görüşerek bu baskıları kaldırdığını görmemek mümkün mü?
Benim gibi CHP tarihine eleştirel bakanların böyle olumlu noktaların bulunduğunu da görmesi...
Buna karşılık CHP’lilerin de Demokrat Parti’yi, AP’yi ve ANAP’tan AKP’ye uzanan çizgideki olumlu noktaları görmeleri gerekir.
Böyle bakabilirsek, üslubumuz yumuşar, bugünkü sorunlara da çatışma yerine çözüm mantığıyla bakmaya başlarız.
‘Öteki’ne bakmak
Ama böyle yapmayıp da iliklerimize işlemiş “çatışmacı kültür”ün etkisiyle hareket ettiğimizde ufak sorunlardan bile ne büyük kavgalar çıkardığımızı sayıp dökmeye gerek var mı?
İki açıdan düşünelim:
- Muhafazakâr, liberal ve sol-liberal gözlükle bakanların CHP tarihini genelde eleştirmeleri tabiidir. Ama CHP tarihinde demokrasinin gelişmesi açısından olumlu yönlerin de bulunduğunu inkâr ederlerse, “
felsefe” açısından bakmış olmazlar, siyasi taassupla bakmış olurlar.
Bugünkü CHP’de Kılıçdaroğlu’nun yapmaya çalıştığı açılımları görmemek, hele de ‘bunlar değişmez, bunlar da Ergenekoncu’ diyerek bakmak da bir siyasi taassuptur.
- Öbür yanda CHP çizgisini savunanların, bugünkü derin sorunlarımızda ‘Tek Parti’nin payını, halkın neden hep ‘karşı’ partileri desteklediğini, bunun
ekonomik ve sosyal sebeplerinin ne olduğunu araştırmaları, düşünmeleri gerekir.
Bakış açısı partizanlık değil de “muasır
medeniyet” ise, bugün AKP’nin en azından ekonomik ve sosyal alanda ülkeyi nasıl modernleştirdiğini görmemek de tipik bir siyasi taassup örneğidir. Dahası, kendi ufuklarını daraltmış, toplumsal dinamikleri anlayamamış olurlar... Ki, öyle gözüküyor. Bu dar çemberi bir tek Ecevit kırabilmişti.
Yemin
krizi çözülüyor
Bizim siyasi kültürümüz maalesef “çatışmacı”dır.
Mete Tunçay’ın deyişiyle, “bizdeki bütün akımlar dogmatiktir!”
Eğer “biz” daima doğru, “onlar” daima yanlış ise çatışmadan başka yol kalmaz!
Raymond Aron’un belirttiği gibi Jakoben fanatizminin bir mirası olarak yakın zamana kadar
Fransız kültürü böylesine çatışmacı idi.
Halbuki Türkiye’nin geldiği ekonomik ve sosyal seviyede sorunlarımız ‘bir
bıçak darbesiyle’ çözülemeyecek kadar karmaşıklaşmıştır. Artık gazetecilerin de çatışmayı değil, “sorun çözücü” davranışları desteklemesi gerekiyor.
Bir gazeteci, bir aydın, bir partiyi tutabilir, dünya görüşü uyuşuyordur, öbür partileri beğenmiyordur...
Fakat bir partinin günlük taktik kavgalarının kalemşoru olmayı “yazar” kavramına yakıştıramam.
Son “
yemin krizi”nde tarafları yumuşamaya ve çözüme
teşvik etmek yerine, çatışmayı körükleyen yazıları, manşetleri yanlış buluyorum.
Bakın kriz çözülüyor; ateşli çatışmacı yazılar arşivlerde tarihin kaydına geçti!
Kendimize soralım: Bu çatışmacılıkla nasıl anayasa yapacağız!