15
Nisan 2011 tarihinde IMF, G-20 toplantıları münasebetiyle '
Küresel Ekonomik Beklentiler ve İktisat Politikalarında Meydan Okumalar -Global Economic Prospects and Policy Challenges' adlı kısa bir
rapor yayınladı.
Bu raporda kısaca; 'krizden sonra dünyada iktisadi toparlanma güç kazanmaya devam ederken, gelişmiş
ülkelerde
büyüme çok zayıf, işsizlik ise yüksek. Buna mukabil, gelişmekte olan piyasa ekonomilerinde büyüme çok yüksek, ancak enflasyon ve cari açık baskısı kapıda. Bu nedenle sanayileşmiş ülkeler büyümek için,
gelişmekte olan ülkeler ise büyüme hızını yavaşlatmak ve/veya bundan neşet eden cari açık gibi riskleri
kontrol altına almak için birtakım tedbirler almak zorunda' yolunda tespitlerde bulundu. Bu görüşleri, 'şu fakire bir
yardım, lütfen büyümemize bir el atın' şeklinde dilencilik olarak da okumak mümkün.
Raporda ülkelerin bu doğrultuda neler yapması gerektiğine dair çeşitli öneriler var. Aslında gelişmekte olan ülkelerin durumu göreceli olarak en kolayı. Sıkarsın ekonominin boğazını, düşürürsün
ekonomik büyümeyi. Bunun sonucu yüksek işsizliğin sürüp gitmesidir ki bu, sadece
Türkiye gibi ülkelerin değil, neredeyse bütün dünyanın sorunudur.
Ancak sanayileşmiş ülkelerin ne yapıp da büyümeye geçecekleri, istihdamı artıracaklarına dair ufukta pek bir çözüm gözükmüyor. Zira 2009 yılından beri hemen her şeyi denediler. Krizi ülke sathına yaymamak için
batıklar kamulaştırıldı, piyasaya hemen her kanaldan para basıldı, destekler sağlandı. Faizler yere yapıştı. Ancak bütün bunlar pek işe yaramadığı gibi, bankalara ve çok yüksek düzeyde borçlu olan, ekonominin omurgası mesabesindeki orta sınıfın yüküne, bir de sürdürülemez bir şekilde artan kamu maliyesindeki bozulmalar ilave edilmiş oldu.
İşler sarpa sarınca hükümetlere güven dibe vurdu, sözüne itibar edilecek lider kalmadı. Bilhassa Batı'nın
hasta adamı
Avrupa ile Doğu'nun 'yeni hasta adamı'
Japonya'da istikrarsızlık, belirsizlik ve riskler derinleşmeye başladı. 'İş işten geçene kadar' her türlü yozlaşmaya çanak tutan
kredi derecelendirme kuruluşları sonunda Japonya'nın uzun vadeli kredi notunu düşürdü- ki bu istikrar adası Japonya için 'sonun başlangıcı' gibi bir şey.
Çürük çadır bezi dikiş tutmazmış. Kaht-ı rical (büyük adam kıtlığı) sendromu da yaşayan ve artan oranlarda yönetme kabiliyetini kaybeden bu rejimler şimdi çıkış yolu bulamazken
İrlanda,
Yunanistan bataklarına
Portekiz,
İspanya,
İtalya ve tabii ki bütün gayretleriyle dikkatlerden kaçırmaya çalıştıkları 'bütün zamanların en gerçek batık ülkesi' olan
İngiltere katılmak üzere sıraya girmiş durumdalar.
Diyeceksiniz ki: 'Desenize o zaman bir iktisadi felakete doğru gidiyoruz.' Evet, uzun süredir zaten aynen öyle diyorum. Bu sütunda iki şeyden bahse de geliyorum: Acaba ilgililer aklını başına devşirip, ipe un sermeyi bırakıp, zamanlı tedbirleri adilane alarak geçmişe
şamil bir 'günah çıkartmayı' da göze alarak dünya iktisadi mimarisinde köklü bir değişikliğe gidecekler mi, yoksa köprüden önceki son çıkışın da kaçırıldığı bir aşamada (tarihte bütün benzer sıkışıklık dönemlerinde olduğu gibi) büyük bir savaş ile kâğıtlar yeniden karılacak mıdır?
İşte bu kadar devasa sorunların içinde boğuşanlar dururken, The
Economist ve Financial
Times başta olmak üzere, 'Türkiye çok büyüdü, cari açığı da var, başı dertte' yaygarasını
ihraç etmeye çalışıyor ve tarihin trajikomikleri içindeki yerini alıyorlar.
Bu arkadaşlar musallada önlerinde duran meyyite ağlamak yerine, cenazeyi kaldıranlara dönüp 'üşütmüş olmalısınız, pek de kötü öksürüyorsunuz' diyorlar. Ülkemizde dünyanın imrendiği güçlü bir liderlik, büyük bir istikrar var. Masonik
Ergenekon iradesi ve onun fişteklediği
CHP bile bu millete diz çökertemeyecek, dişlerini sökemeyecek.
Büyük resmi arz ederim efendim!