Bakanlar
Kurulu'nda çok büyük
sürpriz yok. Yeni
bakanların sayısı 6 ile sınırlı kaldı. Zaten grup başkanvekilliğine getirilmeyen Bekir
Bozdağ ve
Suat Kılıç'ın bakan olması bekleniyordu. TOKİ'den gelen Erdoğan
Bayraktar için de, Şehircilik Bakanlığı'na atanacağı söylenmekteydi. Aileden Sorumlu Bakan
Selma Kavaf parlamento dışında kalınca, kadın kollarında uzun yıllar görev yapmış Fatma
Şahin ismi de, kulislerde telâffuz ediliyordu. Eski
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün milletvekili
adayı dahi gösterilmeyeceği ifade ediliyordu. Bu durumda, Milli Savunma Bakanlığı'nda farklı bir ismi göreceğimizi zaten tahmin ediyorduk.
İsmet Yılmaz, Milli
Savunma Bakanı oldu.
İçişleri Bakanlığı'na getirilen İdris
Naim Şahin, Tayyip Erdoğan'ın
İstanbul Belediye Başkanlığı yıllarından beri yakınında. Her kabinede "Bu defa bakan olacak" diye adı geçer. İçişleri Bakanlığı gibi önemli bir yere atandı. Ama eski İçişleri Bakanı Beşir
Atalay Başbakan yardımcısı. İçişleri Bakanlığı'ndan alınan
Güvenlik müsteşarlığı ona bağlanıyor. Atalay, aynı zamanda
açılım politikalarını yürütecek. Bence Ömer Dinçer'in
Milli Eğitim Bakanlığı'na gelmesi çok önemli. Bir zamanlar, Dinçer'in, askerin kırmızı çizgisi olduğu düşünüldüğünde, atılan bu adımın altını özellikle çizmek istedim.
MHP ve
CHP farkı
1) MHP, parlamentoya girdi;
kriz yaratmaktan kaçındı.
2) Engin Alan'ı,
Ergenekon tutuklusu olduğu için
tercih etmedi. Alan'a önceden MHP rozeti takılmıştı. Onu, PKK'ya karşı mücadele dolayısıyla takdir ediyordu.
Kısacası, MHP'nin kararında şüphe uyandıracak bir nokta yok. Zaten Alan, fikir itibariyle MHP çizgisine yakın bir isim.
İlke değil, inat var
Önce
AK Parti Grup
Başkanvekili Mustafa
Elitaş konuştu ve "5
oturum üst üste Genel Kurul'a katılmadıkları takdirde, milletvekillikleri düşebilir" dedi. Gerçekten anayasanın 84. maddesine göre, "
Meclis çalışmalarına özürsüz veya izinsiz olarak 1 ay içerisinde toplam 5 birleşim günü katılmayan milletvekillerinin, milletvekilliğinin düşmesine, -durumun Meclis Başkanlık Divanı'nca tespit edilmesi üzerine- Genel Kurul, üye tam sayısının salt çoğunluğuyla karar verebilir."
Elitaş'ın ardından, CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu, tehdide pabuç bırakmayacaklarına ilişkin bir açıklama yaptı. Meclis boykotunu,
demokrasi mücadelesi gibi sundu. Uzun tutukluluk sürelerine ilke olarak karşı çıktıkları için, böyle bir eyleme kalkıştıklarını belirtti.
İnanın kimse, CHP'nin tavrını demokratik bir mücadele olarak görmüyor. Aksine, önemli bir çoğunluk, "Ergenekon yandaşlığı" gibi değerlendiriyor. Sebeplerini açıklayalım:
1) Tek amaç, uzun tutukluluk sürelerine karşı çıkmak olsaydı, CHP,
İlhan Cihaner ve
Sinan Aygün gibi tutuksuz Ergenekon sanıklarını da aday gösterir miydi?
2) Bu
protesto için, Ergenekon haricinde başka tutuklu bulunamadı mı? Sözgelimi, KCK'dan tutuklu olarak yargılanan kişiler de var. Bunların arasından bir tercih yapılamaz mıydı? Ya da parasız eğitim istedikleri için 16 aydır tutuklu bulunan Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzel, yerinde bir
seçim olmaz mıydı? İstense, CHP'nin görüşlerine yakın tutuklu kişiler pekâla aranabilirdi. Hatta Mehmet
Haberal yerine,
Ahmet Şık listeye girseydi, kamu vicdanı mutlaka daha az yara alırdı.
3) Madem boykot kararı uzun tutukluluk sürelerini protesto etmek amacını taşıyordu, neden 3 Haziran'da,
Kanal Türk'te gazeteci Adem
Yavuz Arslan'a
cevap verirken, Kılıçdaroğlu, "Tahliye kararı verme ya da vermeme yargının takdiridir" dedi? İki hafta içinde mi bu protesto eylemi akıllara düştü? "İlke" denilen şey, daha uzun süreli bir inancı yansıtmaz mı?
4) CHP Genel Başkanı,
Aralık 2010'da, Bursa'da seçim otobüsünde, Kent gazetesi yazarı Yusuf Kotaman'a, önce bazı Ergenekon sanıklarının,
Mehmet Haberal, Mustafa
Balbay ve
Tuncay Özkan'ın aday gösterileceğini söyledi, bu beyanat gazetede çıkınca hemen yalanladı. Madem ki, bir ilke söz konusuydu, bu gelgitlerin anlamı ne?
5) Kılıçdaroğlu, hiçbir yasal
düzenleme olmadan, tutuklu milletvekillerinin parlamentoya girebileceğini söylüyor. Oysa 83. madde, 14. madde yoluyla
dokunulmazlık konusunda istisna öngörüyor. Zaten Kılıçdaroğlu, "Bu kişiler yargılanacak" diyor. Yani dokunulmazlıkları olmadığını kabul ediyor. Dokunulmazlığı olmayan kişileri tutuklamak mahkemenin takdirinde. Demek, bu kişileri kurtarmak için, onları dokunulmazlık kapsamına alacak bir düzenleme gerekiyor. Eğer bir ilke söz konusuysa, CHP'lilerin parlamentoya girip, bunun için mücadele etmeleri icap etmez mi?
Bence bir ilkeden ziyade, yanlış verilmiş bir karar ve inat söz konusu.