1960'lı, 1970'li yıllarda
Türkiye'de insanlar içecek bir yudum
kahve bulamazken...
1960'lı, 1970'li yıllarda Türkiye'de insanlar içecek bir yudum kahve bulamazken, iki paket margarin almak için kuyruklarda sürünürken, bakkallar Rize'de üretilen çayı satmayıp depolamaya çalışırken, benzin istasyonlarının önündeki kuyruklar, kilometrelerce uzamışken ve iç politikada, tam bir
kaos yaşanırken, dış politikada ABD'nin kuyruğuna takılmışken ve
terör korkusuyla insanlar evlerinden çıkamaz durumdayken bile Türkiye'nin gücü konusunda asla şüphem olmadı. "Bölgemizle ilgili bir plan yapanlar, Türkiye'nin görüşünü ve onayını almak zorundadır. Aksi takdirde, yaptıkları planın çöpe gitmekten başka bir kıymet-i harbiyesi olmaz" derdim. Daha sonraki dönemlerde de bu düşüncem gitgide artan bir kesinlikle sürdü.
Bush dönemi ABD'sinde "neo-con"lar at koştururken ve ABD
Dışişleri Sekreteri C. Rice, "Ortadoğu'da haritaları yeniden çizeceğiz" diye kostaklanırken "Avucunu yalarsın" diye düşündüm ve bu düşüncemi hem değişik platformlarda dile getirdim hem de
kalem aldım.
O en karanlık dönemlerde bile Türkiye'nin "insan potansiyeline" güvendim. Osmanlı'nın son yarım yüzyılında ve özellikle
Cumhuriyet döneminde eğitime verilen önem ve ağırlığın müthiş bir "yetişmiş insan" ordusu, oluşturduğuna inandım. O dönemlerde bu yetişmiş insan gücünün sahne önüne çıkmamasının farklı nedenleri olduğunu, fakat bir gün geleceğine ve bu insan gücünün kendini göstereceğine, hiç kuşku duymadım. Bu, bir zaman ve uygun ortam meselesiydi. Ve bir gün, bu uygun ortamı yakalayacağımıza emindim.
Türkiye'nin gücü, bu insan potansiyelinin yanı sıra belki de ondan önce kör topal da yürüse, kimi zaman araya fasılalar da girse, yaklaşık 150 yıldır sürdürebildiğimiz çok partili yaşamımız idi. Böyle bir deneyim, bugün Türkiye'yi eleştiren ülkelerin çoğunda bile bulunmuyordu.
Xxxxx
Rahmetli Turgut Özal'ı pek çok bakımdan eleştirdim. Ve aradan geçen bunca zaman sonra düşündüğümde de eleştirilerimin haklı olduğunu düşünüyorum. Fakat biraz da çılgınca cesaretinden doğan politikalarla "insanımızın önünü açtı..."
Doğrusunu isterseniz "ihracata yönelik sanayileşme politikasını" önceleri çok eleştirmiştim. "İthal ikameci sanayileşme politikasını" savundum. Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki endüstrileşme başarısını bu politikaya bağladım. (Hala öyle düşünüyorum.) Ancak artık dünya değişmişti ve yeni bir dünya başlamıştı. İşte yetişmiş insanımız, işin bu aşamasında "sahne aldı..."
Elinde bond çantası,
genç girişimcilerimiz adını bile duymadığımız yörelerde ürünlerimizi pazarlamaya başladılar. Bir yandan, ürettiklerimizi pazarladılar; bir yandan istenenleri üretmeye başladık. İhracatımız, inanılmaz rakamlara ulaştı. Kimileri (hâlâ), "İhracatımız
ithalatı azdırıyor" dese de bu ihracatın, ekonomimize getirdiği "hızlandırma faktörünü" unutmamak gerek.
Tabii bu arada yetişmiş insan gücümüzün eğitim alanında sağladığı dünya çapındaki gelişmeyi göz ardı etmemeliyiz.
Gerek
siyaset alanındaki başarılarımız ve gerekse yukarıda değindiğimiz özellikler, güçlü bir Türkiye fotoğrafını ortaya çıkardı. Özellikle tüm
doğal zenginliklerine karşın ciddi problemlerle uğraşan
İslam dünyası içinde parlayan bir
yıldız olduk.
Xxxxxxxxxxx
İşte şimdi bu imrenilen fotoğrafımız
tehlike altına giriyor. Aslında, elbette ciddi sorunlarımız var. Özellikle
Kürt kökenli vatandaşlarımızın bir bölümü pek alışkın olmadığımız talepler dile getiriyor. Ülkemizdeki "bürokratik
vesayet" gün ışığına çıktı ve mücadelesi sıkıntılı oluyor. Fakat "
yemin boykotu" ve bunun getirebilecekleri kadar ciddi sorunlar hiç yaşanmadı.
Sürdürülen ve sürdürüleceği dile getirilen
yemin boykotu, demokrasimize zarar verecek gibi görünüyor. Eğer
AK Parti,
CHP ve BDP'nin,
Meclis'e katılmamalarını dikkate almaz ve
TBMM'yi çalıştırmaya başlarsa ortaya çıkabilecek manzarayı, içimize sindirmemiz pek kolay olmaz. Zira MHP ile birlikte, kullanılan oyların yüzde 63"ü temsil ediliyor olsa bile kullanılan oyların yüzde 37'si, TBMM dışı kalmış olacaktır.
Hele, "
erken seçim" ya da yemin etmeden Meclis çalışmalarına katılmayı zorlamak gibi gelişmeler; demokratik saygınlığımıza ciddi zararlar verebilir.
Tüm bu gelişmeler, ekonomimize de ciddi zararlar verir...