Osman Efendi, halktan bir insandı ama imanı kavî bir
Anadolu insanı idi.
163. maddenin korku saldığı bir dönemde evinin kapısını sonuna kadar iman-Kur'an sohbetlerine açmıştı. Bir gün rüyasında Peygamber Efendimiz'i (sas) evini şereflendirirken görmüş, bu işe daha sağlam yapışmıştı. Okunan Kur'an tefsirlerinde
Abdülkadir Geylanî Hazretleri'nin ismini duyunca merak etmiş ve kitapçı dostundan onunla ilgili bir kitap istemişti.
Kitapçı da, "Önce elindeki Kur'an tefsirlerini hele bir okusun da sonra düşünürüz." diye vermek istememişti. Bu isteğini bir-iki defa böyle geçiştirmesi üzerine bir gün rüyasında Abdülkadir Geylanî Hazretleri'nin mensupları kitapçıyı hırpalamışlardı. Uyandığında bile vücudunda acılar hissediyordu. Öbür gün dükkâna gittiğinde ilk işi o konudaki kitapları hazırlayıp paketlemek olmuş, Osman Efendi'yi daha dükkânın kapısında görünce kalkıp kitapların paketini takdim etmişti. Aslında okumaya meraklı Osman Efendi'nin gözleri az gördüğü için kitap okumakta zorlanıyordu. Ama merakından zorlana zorlana okumaya çalışıyordu.
Osman Efendi'nin
küçük oğlu Mustafa, Nevşehir'de sanat okulunda öğretmen iken ben de o taraflarda eğitim hizmetleriyle meşgul oluyordum. Onun için mutlaka kendisine uğrardım. Bir de halktan
destek alan
merhum Mehmet Batmaz Bey vardı.
Öğrenci yurdu için eski bir oteli tutmuştuk. Tamir edip tadilat yaparak bir
yurt haline getirmek için uğraşıyorduk. Yine bir gün Mehmet Batmaz Bey'e uğramıştım. "Çok kaliteli işçilerin var; doğrusu hayran oldum!" dedi. "Hayrola?" dedim. "Geçen gün neler yapıyorsunuz diye yurda uğramıştım. İşçilerin hepsi de maşaallah kan-ter içinde çalışıyorlar. Tanışmak için kendilerine asıl işlerini sordum. İşçilerden birisi '
İlahiyat mezunuyum, bu yurdun müdürüyüm!' dedi. Birisi 'Tıp mezunuyum, şu sağlık ocağına yeni tayinim çıktı!' dedi. Birisi de '
Sanat okulunun hocasıyım!' dedi. Şaşırdım kaldım!.." dedi...
Osman Efendi'nin oğlu Mustafa ile bu sefer Manisa'da karşılaştık. O zamanlar kucağıma alıp sevdiğim Mustafa'nın çocukları olan o zamanki bebekler şimdi büyümüşler, doktora için yurtdışına çıkmışlar... Osman Efendi'yi sordum, "Kulakları da zor duyuyor. Gözleri iyice görmez oldu ama hâlâ babam o haliyle her gün bir cüz Kur'an okuyor, ayda bir
hatim indiriyor." dedi.
Mustafa Bey, bir yurtdışı hatırasını anlattı. "40-50 kişilik bir grupla Kamboçya'ya bir okul açılışına gitmiştik.
Kızıl Kmerlerin yaptıkları işkencelerin belgesellerini bile seyretmeye tahammül edemedim; üç milyon insan katledilmiş... Ama orada şu anda herkesin rağbet ettiği bir okulumuz var!.. Oradan Vietnam'a gittik. Bizim için öğretmenlerimiz program hazırlamışlar. Bir
kız öğrenci 'Ay Yüzlüm' şarkısını okudu. Bu arada güfteyi yazan zatın silüeti geçiyordu öğrencinin arkasındaki duvardan, seyircilerin gözleri yaşardı.
Çocuk şarkıyı kesip öğretmenin yanına koştu. '
Silüet kimin? Ay yüzlü kim? Bu misafirler niye ağlıyor?' diye sordu. Sonra öğretmeniyle sahneye çıktığında dedi ki: "'Ben babamı hiç tanımadım. Aslında annemin de gerçek annem olup olmadığından şüpheliyim. Benim annem de, babam da sensin öğretmenim!..' Bunları söylerken ağlamaya başladı ve öğretmenine sarıldı."
Seneler önce olduğu gibi seneler sonra bir dostla okullar, yurtlar ve öğrencilerden bahsediyorduk.