Yasama, yürütme ve yargı devletin temel sütunlarıdır. Bunları birbirine karşı kışkırtmak, çatıştırmak aslında devletin temelleriyle oynamak demektir. 2007 seçimlerinden sonra yargı, yürütmeyi boğmak üzere kışkırtılmış, hukuk bir kenara bırakılarak salt ideolojik saplantılardan hareketle yargı üzerinden yürütmeye
darbe yapılamaya çalışılmıştı.
Bu günlerde ise tam tersini gözlüyoruz. Bu kez bazı kişiler sırf mahkemelerde
terör sanığı olmaları nedeniyle millet
vekili yapılarak
yasama üzerinden yargıya karşı darbe yapılmak isteniyor. Demokrasilerde yargının izleyeceği kuralları elbette yasama, yani
Meclis belirler. Ancak yasamanın mahkemelere müdahalesi sadece ve sadece yasa yaparak olur... emrederek, emrivakiler yaparak değil... Ortada yasalar varsa onu beğenseniz de beğenmeseniz de ona uymak zorundasınız. İsterse bu yasaları darbeciler yapmış olsun. Eğer beğenmiyorsanız Meclis eliyle veya referandumla yasalarda değişikliğe gidersiniz. Ne yazık ki bu seçimlerde bazı partilerimiz bu basit gerçeği görmezden geldi, ya da bilerek yargıya meydan okudu.
BDP meydan okuyor
BDP, terör zanlısı KCK’lıları bilerek ve isteyerek milletvekili
adayı gösterdi. Bu kişilerin mühim bir kısmı
PKK, yani KCK organizasyonu ile milletvekili seçildi. 50-60.000 oyu alan vekil seçilmiş oldu. PKK ve BDP bunu yaparken yargıya meydan okuduğunun bilincindeydi. Bu yolla
sistem kilitlenmek istendi. Ne yazık ki BDP ve PKK
Kürt sorununun çözümüne en çok yaklaşıldığı bir dönemde çatışmayı tek
araç olarak görmeye devam ediyor. Dağda militanlar nasıl karakola saldırıyorsa BDP de
tutuklu sanıkları seçimlere sokarak sisteme saldırmış oluyor. BDP böylece müzakere istemediğini, çatışmadan beslenmeye devam etmek istediğini ortaya koyuyor. Çünkü KCK’nın başkanı Murat
Karayılan çok iyi biliyor ki silahlı bir
örgüt olan KCK’nın üyelerini sırf vekil seçildikleri için serbest bıraktırabilirse diğer KCK sanıkları da serbest kalır ve böylece PKK/KCK elinde silahlarıyla ve terör yapma ayrıcalığı ile meşrulaştırılmış olur.
Kısacası gerilim, sistemi tıkamak ve
kaos oluşturmak BDP’nin bilinçli bir seçimi. Oysa
CHP ve MHP için aynı tespiti yapabilmek kolay değil. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu seçimlerden önce tutuklu sanıkların durumuna mahkemelerin karar vereceğini söylüyor ve adeta “mahkemenin kararı ne olursa olsun kabulümüzdür” demeye getiriyordu. Aynı şekilde MHP’nin de tutuklu kişileri aday gösterirken kaos yaratmayı
hedeflediğini hiç kimse iddia edemez. Ancak sistemi kilitleme pahasına, büyük bir risk alınarak terör zanlıları aday gösterildiler. Bu adaylıklar bir anlamda süren mahkemelere meydan
okuma gibiydi. Adalet için mahkemeyi etkileyecek açıklamaların bile
yasak olduğu düşünülürse, büyük partilerin bazı sanıkları vekil yaparak koruma altına alması, mahkemeden kaçırmaya çalışması ve bu partilerin mahkemede taraf haline gelmesi savcı ve hâkimleri
baskı altına aldı ve çok zor durumda bıraktı. Özellikle seçimlerden sonra
siyaset mahkemelere adeta saldırdı. Ne yazık ki son birkaç günde yapılan açıklamalar sözlü saldırının ötesinde yargıya
hakaret boyutlarına ulaştı.
Yargı ‘taraflı’ ilan edildi, ‘Başbakan’ın veya HSYK’nın bir telefonu ile karar alan bir yargı’ imajı oluşturuldu.
Eminim ki sayın Kılıçdaroğlu’nun da hedefi bu değildi. Ne var ki Ağar ve
Mumcu’nun göremediği gizli eller yine devrede. Hedef ise
Ergenekon ve
Balyoz davalarını tamamen kapattırabilmek. Eğer başarılı olabilirlerse
Danıştay Saldırısı da,
Hrant Dink Davası da,
Zirve Davası da, faili meçhuller de hepsi ama hepsi ‘tarihin kimsesizler mezarlığı’na gidecek. Tıpkı
Uğur Mumcu Cinayeti,
Madımak Saldırısı ve
Maraş olaylarının faillerinin arkalarında iz bırakmadan kaybolmaları gibi.