Galiba Kılıçdaroğlu şu
Stockholm sendromu denilen şeyi gereğinden fazla ciddiye almış. AK Parti'nin gerçekten de eziyet ettiği insanlardan eziyet etttiği oranda oy alıyor olduğuna cidden inanıyor. TBMM'nin yeni döneminin başlangıcında
Türkiye gündemine ektiği krizle Türkiye halkına gerçek anlamda bir eziyet de kendisi yaşatarak
toplum nezdinde sempati mi toplamaya çalışıyor ne?
Yemin krizi çıkararak bir bakıma hapisteki arkadaşlarını kullanmak için
uçak kaçıran hava korsanları gibi davranıyor. Bunu kendi iradesiyle yapıyor olmadığı da çok açık. Dolayısıyla aslında
CHP zaten önceden kaçırılmış ve serbet kalabilmek için yapması gereken şeyler var. Bu şeyler arasında dışarıdan
bakan biz sıradan insanlar için asla anlaşılamayacak tuhaf davranışlar var. CHP'nin hangi siyaseti hangi parti yararı için yürütüyor olduğunu asla anlayamıyoruz. Hiç bir görünür fayda, tutarlılık veya söylemsel sürekliliğin bulunmadığı siyasetleri hayretler içinde izlemek kalıyor bize.
CHP kaçırılmış. Muhtemelen bundandır, şu anda onu kaçıranların istediklerini yapmaya çalışıyor. Bunun için de Türkiye demokrasisini kaçırmaya çalışıyor. Demokrasiyi kaçırarak, demokrasinin sahiplerinden (toplumdan, toplumun tek başına
iktidara getirdiği iktidar partisinden) fidye istiyor. Yalnız bu metaforun sınırlarında bile düşünüldüğünde, CHP büyük bir stratejik yanlış yapmış görünüyor. Zira fidye istemek için kaçırdığı parti kendi partisi. Yaptığı hamlenin ne AK Parti'ye ne de Türk demokrasisine hic bir zarar verme ihtimali yok.
Eskiden olsa bu tür bir eylemi başka partileri kaçırarak, örneğin onları laik veya üniter rejimin vasileriyle karşı karşıya getirerek yapardı. Oysa şimdi artık o güvendiği kurumlardan kendisine hiç bir
yardım gelmeyeceğini biliyor. Doğrudan arka bahçesi konumundaki yargıdan istediği destekle
muhalif partileri kapattırabiliyor, istediği mahkemelere istediği hakimleri ve savcıları
tayin ettirebiliyordu. Şimdi aynı şeyi başbakanın yapmasını istiyor.
Başbakan "ben
yargıya müdahale edemem" deyince de "güldürme bizi" mealinde bu cevabı inandırıcı bulmadığını söylüyor. Başbakanın açıkça yargıya müdahale etmesini istiyorlar.
Sonuçta bu taleplerini bile dile getirebilmek için giriştikleri eylemin ilk
hedefi parlamento oluyor.
Parlamentonun meşruiyetini hedef alıyorlar, ama bu esnada
yaptırım olarak kendi haklarından ferağatten başka bir güçlerinin kalmamış olduğunu da gösteriyorlar. İstekleri yerine getirilmezse kendilerini
imha etmekle tehdit ediyorlar.
CHP'nin tarihinde parlamentoya karşı parlamentonun dışınnda her türlü ittifakın örneği var. Daha yakın zamanda 411 parlamenterin oyuyla geçmiş bir anayasa değişikliğini
Anayasa Mahkemesine götürürken, bu yolla parlamentonun yasama yetkisini AYM'ye devretmiş olmakta bir sakınca görmemişti. Daha önceki darbelerle olan ittifakı hatırlandığında parlamentoya karşı eylemler geleneğinde tutarlı bir halka olarak görülebilir bu. Oysa daha önce CHP'nin parlamentoya karşı kullanabileceği mebzul miktarda enstrümanı vardı. Bugün aynı parlamentoya karşı kendi varlığından başka kullanabileceği bir silahı veya enstrümanının kalmamış olması, gerçekten hayra alamet bir şey.
Yasama ve
denetleme yetkisiyle seçildiği
Meclis çalışmalarına katılmayı, yani zaten kendisine ait olan hakları kullanabilmeyi şartlara bağlamış oluyor. Bunun için aslında kendisini parlamentoya karşı rehin olarak kullanıyor. İçinde Stoockholm sendromunun geçtiği hikayenin etkisi aldtında fazla kalmış olabilir, bu yolla halkın veya şimdilik parlamentonun geri kalan kısmının kendisine acıyacağını, hatta sempati duyacağını hesaplıyor olabilir mi?
Yok, daha neler?
Belki kendisini kaçıranlara kendisinin duyduğu bir sempati, bir sadakat, bir duygudaşlık olabilir. Her ne ise, CHP'nin aklını başından almış olduğu kesin. CHP'nin yaptıkları normal bir siyasal partinin yapabileceği şeyler değil. Ne uzak ne yakın vadede ne kendisine ne seçmenine hayrı dokunmayacak bu eylemleri özgür iradesiyle yapmıyor olduğunu öngörebiliriz.
Bunun adına biz yine de bir sendrom demeden, net bir biçimde anlamaya çalışmalıyız. Hiç lafı dolandırmayalım. Bugün
Ergenekon denilen yapılanma CHP gibi Türk siyasi hayatının en köklü partisini istediği gibi yönlendirebilecek ve kendi önceliklerini parti siyasetinin merkezine koyabilecek kadar
operasyon gücüne sahip bir
örgüt. Bunu yaparken partinin ne duruma düşeceğini hesaplama faslını geçmiş olacak kadar çaresiz, ama operasyon gücü bakımından dikkat çekecek kadar etkili.
Bu güç şimdi Ergenekon dolayısıyla tutukluluk süreleri üzerinde bir pazarlık açmaya çalışıyor. Bunu neden bu kadar önemsiyor olduğunu anladığımız andan hareketle demokrasimiz bir yol ayrımına gelmek durumunda.