Bu ülkede
Sözcü gazetesi bile 'Milli İrade'den bahsetmeye başlamışsa işler iyiye gidiyor demektir sevgili okurum.
Cumhuriyet tarihi boyunca 'Milli İrade' kavramıyla en ufak bir ilişkisi bile bulunmayan, siyasal tarihi boyunca çözüm üretmek yerine ülkeyi kilitlemek, germek üzerine
politika yapan bir partinin 'Milli İrade'ye sığınması '
Stockholm sendromu' saçmalığına rağmen bence çok olumlu bir gelişme.
Hatırlatayım; '411 el kaosa kalktı'ğında da Milli İrade vardı bu memlekette, ama bazıları pek 'takmıyordu' bu iradeyi.
Kişisel kanaatimi söyleyeyim:
Milletvekili adayı gösterilip, milletin oyunu aldıktan sonra milletvekili olanların Meclis'e sokulmamasını doğru bulanlardan değilim. Dahası bazı ismi geçen şahısların bilinen mesleklerinin aksine geçmişten beri siyasetçi olduklarını düşünüyorum. Mustafa Balbay'ın mesela... Şahsen gazeteciden daha çok ideolojik bir görüşün temsilcisi olduğunu düşünüyorum. Bazı meslektaşlar Balbay'ın günlüklerini normal, meslek sınırları içinde bulabilirler. Lakin bu mesleği yapanların birilerini gaza getirip,
darbe yapmaya
teşvik etmesini kimse gazetecilik çerçevesinde değerlendirmeye kalkmasın.
Kimse de bu satırlardan 'Aha Balbay'ın
hapis kalmasını istiyor, haksızlık yapılmasını istiyor' diye de yorumlamasın, ayıp eder.
Suçluların, suça bulaşmışların Meclis'e girerek bazı şeylerden yırtmasından bahsetmiyorum. Ancak 'bu yolu açarsak falan da Meclis'e girmeye kalkar' gibi çıkarsamaları da saçma buluyorum. Hele ki, fikir suçlularını bu cümleye alıp, böylesi bir sonuca ulaşanları...
CHP'nin farklı bir versiyonu olan BDP'nin de durumu çok farklı değil aslında. Her fırsatta, çözümden, barıştan dem vuranların, çözüm ve barış için parmaklarını kımıldatmak bir yana, toplumu germek, akan kanı devam ettirmek için ellerinden geleni yaptıklarını görünce umutlarım daha çok kırılıyor.
Kendilerine sıkılan gaz
bombasına karşı yeri göğü inletenlerin, çoluk çocuğun
molotofla yaral
anmasına seslerini çıkarmaması, dillerinin ucuyla bile kınamamaları olumlu beklentilerimi yıkıyor.
Polisin, askerin şiddet kullanmasına -haklı olarak- karşı çıkan, bağıran, çağıranların canlı bombalara, sağa sola molotof kokteyli atıp, masum insanların ölmesine, zarar görmesine körleşmesi ne kadar acı!
Bakın,
Tunceli'de 30 Haziran 1996 tarihinde askerlerin
bayrak merasimi sırasında hamile kadın kılığına girerek düzenlediği
intihar saldırısıyla 8 askerin şehit olmasına, 29 askerin ise yaralanmasına yol açan Zilan kod adlı PKK'lı Zeynep Kınacı'nın Diyarbakır'daki anma etkinliğine BDP
İstanbul Milletvekili
Sebahat Tuncel de katılmış. Tuncel, burada yaptığı konuşmada "Zilan yoldaşın canını ortaya koyarak sisteme karşı vücudunu bomba yapıp patlatmasını kendi mücadelemiz olarak görmeliyiz." demiş. Şimdi bu zihniyet ortadayken, hangi barıştan, hangi akan kanın durmasından bahsedebiliriz?
Milletin iradesine inanan, halkın iradesine güvenenlerin yaptıklarıyla dillendirdiklerinde samimi olduklarını göstermeleri lazım.
Geçmişte verdikleri kötü sınav ve demokrasiye sadece göstermelik inançlarıyla bu ülkenin ilerlemesi, demokrasinin gelişmesi mümkün değil.
Buyrun işte,
seçim öncesi gösterdiği
tutuklu adaylarla ilgili bambaşka konuşup, seçimden sonra kimlerin etkisiyle yaptığı bilinmeyen bir boykot girişiminde bulunan Kılıçdaroğlu'nun ülkeyi soktuğu durum. Şimdi ne yapacaklarını şaşırmış halde sağa sola müracaat ediyorlar.
Kılıçdaroğlu 'Neden
yemin etmedik?' başlıklı bir
mektup göndermiş
yabancı ülkedeki önemli mevkilere. Keşke bir de 'Neden aday gösterdik' diye mektup ekleyip, 'Şimdi ne yapmamız lazım?' diye sorsaydı.
Bir siyasi partiye, sağa sola mektup yollaması için değil, Meclis'e girip çözüm üretmesi, yanlış uygulamaları düzeltmek adına çaba harcaması için oy verilir.