Dünden devam ederek bir kez daha vurguluyorum.
CHP’nin icad ettiği
yemin krizi, bir Mustafa
Balbay ve Mehmet
Haberal savunması değildir. Onlara
vefa gösterilmesiyle de uzaktan yakından alakası yoktur.
Bu
Türkiye’ye karşı yapılmış bir tezgahtır ve nelere mal olacağı konusunda Kemal Kılıçdaroğlu’nun en
küçük bir fikrinin bile olmadığı çok açıktır.
Bin türlü eksiğini, zaafını, yanlışını sayabilirsiniz bu ülkenin. Ama şu gerçeği inkar edemezsiniz. Dünyanın en büyük 17. ekonomisine sahip, bölgesinde ve dünyada sözü her geçen gün daha fazla değer taşıyan, tarihiyle, değerleriyle barışan bir yeni güç merkezidir Türkiye.
Bizde siyasetin,
bürokrasinin ve diğer tüm yapıların Soğuk
Savaş döneminin kodlarıyla yoğrulmuş olması, değişim sürecini anlamanın önündeki en ciddi engel olarak
tarif edilebilir. Ancak bu kodları geride bırakıp, yeni okumalarla ve cesur adımlarla hareket eden bir anlayışın giderek güç kazandığı da ortada.
***
AK Parti’nin 2002 yılından bu yana devam eden
iktidar dönemlerinde, Türkiye’nin bu yeni rolüne uygun pek çok hamleye
imza atıldı. Yüksek bürokrasi zaman zaman sert direnişler gösterdi. Bazen de uyum sağlama yönünde sinyaller verdi. Ancak siyasetin hala belli
vesayetleri aşabilme konusunda problemleri var.
Türkiye’deki bu vesayet anlayışının hemen her alanda temsilcileri var. Siyasette, iş dünyasında, medyada, sanat hayatında, hatta sporda. Bunların tasfiyesi, elbette öyle üç beş yıla sığacak iş değil. Nitekim sıkça yol kazaları, arızalar ve engeller ortaya çıkıyor.
Ancak asıl sorun, bu anlayışı siyaseten devam ettirenlerde. Nitekim özellikle CHP, bu düzenin devamında, hami ve yol gösterici olarak her zaman ciddi rol oynuyor. 27
Mayıs 1960 darbesini, sözüm ona özgürlükçü anayasasını pişkince savunan adamların, ‘en
yaşlı üye’ sıfatıyla hala sıkılmadan
Meclis kürsüsünden bunları hatırlatması tesadüf değil.
***
Hatırlayacaksınız. Gerek 2010 anayasa referandumunda, gerekse 2011 seçimlerinde, acaba bu kez işler değişebilir mi diye bekleyenlerin gözünü çevirdikleri ilk siyasi adres CHP ve Kılıçdaroğlu olmuştu. Ancak her iki sandıktan çıkan sonuç, bu beklenti sahiplerini hayal kırıklığına uğrattı. Bunun parantezinde yüksek bürokrasiden medyaya, iş dünyasından bazı uluslar arası odaklara kadar pek çok yapı vardı.
Olmadı, AK Parti’yi sandıkta yenmek ya da geriletmek mümkün değildi. Bu kez başka bir oyun, yakışıksız bir tezgah sahneye sürüldü. CHP, Meclis’te yemin etmeyerek siyasi
sistemi kilitleme ve aklınca pazarlık etme peşine düştü.
Bu pazarlık
Ergenekon pazarlığıdır.
Soğuk Savaş döneminden arta kalan zihniyet sahiplerine sistem içinde yeniden yer bulma pazarlığıdır. Bu pazarlık Beşer
Esad rejiminin devam ettirilmesi çabasıdır. Bu toprakların sahici değerlerinin öne çıkmasından duyulan rahatsızlığın yansımasıdır.
Bu tezgah, Türkiye’nin ayaklarına yeniden pranga vurma gayretidir. Türkiye’yi uluslar arası sistemin insafıyla kurduklarını ve ancak onun izniyle yaşatacaklarını vehmedenlerin, kendisini kurucu irade zannedenlerin nafile çabasıdır.
Ne kurucu iradedir, ne de cumhuriyetin sahibidir CHP. Hiçbir zaman da olmamıştır.
Yavuz hırsız misali yıllardır sürdürdüğü iktidarı son bulmuştur .
Cumhuriyetin de, bu topraklarda kazanılmış tüm onurlu mücadelelerin de sahibi bu aziz millettir. Nedense CHP, milletle savaşılamayacağını bir türlü öğrenemedi.
Emin olun kendi ilan ettiği bu savaştan da yenik ayrılacak.