Bir fikri çürütmek istiyorsan iyi saldırma, kötü savun” demişler.
Bekir Bozdağ’ın YSK Kararıyla ilgili basın toplantısını izlerken aklıma bu söz geldi.
AK Partili
vekil, hiç üstüne vazife olmadığı halde “kararın hukuki gerekçelerini” anlatarak ve
Dicle’nin durumunun Erdoğan’a getirilen yasağa neden benzemediğini uzun uzadıya izah ederek, adeta YSK’nın günahını partisi adına üstlendi.
Tıpkı, sokakta bulduğu senedi ödeyen
Temel fıkrasındaki gibi.
Meseleyi bilmeyen de kararın hükümet tarafından alındığını veya en azından ona yaradığını sanır. Oysa tam tersine,
hedef o ve sadece o. Ama o kalkmış, kararın gerekçesini izah ediyor!
Derdim AK Parti’nin başkasına ait senedi ödemesi değil. Bu tavrın, “Devlet” ile “
Hükümet”i ayırmakta zorlanan ve “bu bir tuzaktır” dediği halde tuzağa düşmeye
gönüllü görünen bazı BDP’lilerin kafasını daha da karıştırması ve sorunun herkes tarafından net biçimde görülmesini güçleştirmesi.
***
Açık ki, normalleşme birilerini feci şekilde ürkütüyor. Eski “müesses nizam”ın aktörleri,
demokratikleşme ve sivilleşme sürecini sabote etmek için elinden geleni yapıyor.
Ve artık bütün kozlar açık oynanıyor.
Yargı siyasi kavganın tam göbeğinde ve kimsenin yüzü kızarmadan savunamayacağı türden kararlarla siyasi dengeleri değiştirmeye çalışıyor (Kimsenin derken Hürriyet’i tenzih ederim). Neyse ki, her seferinde verdiği hukuksuz kararlar, hem onun amaçladığının tam tersi bir sonuç doğuruyor, hem de ona çeki düzen vermeye yönelik reforma karşı
itirazın bütün zeminini yok ediyor.
Dikkat edin, bir reformla yapısının değiştirilmesinin ve demokratik meşruluğa kavuşmasının öncesinde, her yargı organının kendi itibarını sıfıra indiren ve “
altın vuruş” anlamına gelen utanç verici bir kararı vardır.
Anayasa Mahkemesi’nin “367 Kararı” böyledir, Yargıtay’ın “
Hrant Dink Kararı” ve Danıştay’ın “Katsayı Kararı” böyledir...
YSK da bu süreçteki bir dizi kararıyla kendi hükmünü kendisi verdi. “Mene tekel feres”. Artık onu demokratik meşruluğa kavuşturacak, çoğulcu ve katılımcı hale getirecek bir reforma kimse itiraz edemeyecek.
***
Ama durun, henüz bu krizi atlatabilmiş değiliz. Basiretli olmazsak atlatamayabiliriz de.
Tünelin en dar yerinden geçiyoruz ve asıl hedefteki siyasi aktör tuzakları öngöremiyor, hatta onun gerçekleşmesine yol veriyor. Bu süreçte tek hata Bozdağ’ınki değildi; itiraz dilekçesinin altında
Haluk İpek’in imzası vardı ve diğer AK Partili yetkililerin “yargı kararıdır” türünden açıklamaları da daha az asap bozucu değildi.
Neyse ki sonrasında
Başbakan Erdoğan’ın konuşması rahat bir nefes aldırdı. Verdiği
mesaj önemliydi; ama hemen ardından gelen “
biber gazı” onu gölgeledi.
Ama yine top hükümette. Geçmişte düşünce ve ifade hürriyetinin alanını, Türkiye’deki yargı pratiğini de dikkate alacak biçimde genişletmiş olsaydı, bugün belki de üstesinden gelmek zorunda olduğu bir “Dicle kararı” olmayacaktı. Ama o epeydir mevzuatı ayıklamayı
ihmal edip, sorun çıktıkça çözmeyi
tercih ediyor. Ve geciktiği her reform, dönüp dolaşıp onu vuruyor.
Yine de tuzağı boşa çıkaracak adımlar onu bekliyor.
Zor iş biliyorum; bu ülkede demokrasiye geçmek, “Sırat Köprüsü”nden geçmek kadar zor.
Ama oraya ulaşmanın başka yolu da yok...