Yunanistan'da
Yorgo Papandreu Hükümeti'nin güvenoylamasından başarıyla geçmesini sağlayan cümleyi işittiniz mi? Papandreu, "Hemen yanıbaşımızdaki komşumuz
Türkiye IMF'den nasıl kurtulduysa biz de aynı şekilde kurtulacağız" dediği için...
Milletvekilleri, "Bizim başbakan doğru ülkeyi kendine örnek almış" diye düşünmüş...
Oysa Türkiye de az daha IMF'nin kucağına düşüyordu, hatırlayacaksınız... O dönemde tehlikeye işaret eden az yazı yazmadım. Kendimi
kutlama şaşkınlığına düştüğümü sanmayın sakın, aslında gözümü açan kişiye işaret etmek istiyorum: O sırada Taraf'ta yazan şimdinin
Sabah yazarı Süleyman
Yaşar'a...
Birileri ısrarla "Türkiye mutlaka IMF ile anlaşmalı" diye bastırıyor,
Süleyman Yaşar ise her seferinde yeni kanıtlar ileri sürerek bunun ne kadar gereksiz olduğunu anlatıyordu. Ben de onun bıraktığı yerden Kulis'te tartışmayı sürdürüyordum.
Ne hikmetse Türkiye'yi IMF'ye muhtaç hale getiren kişiler ve çevrelerdi ısrarla IMF'nin kapısına gidilmesini isteyenler; kendi hataları veya beceriksizlikleri yüzünden düşülen durumdan ceplerini doldurarak çıkmanın hesabını yapıyorlardı.
Geçmişte kimbilir kaç kez tekrarlandığı üzere...
Türk ekonomisinin kısır döngüsü böyle oluşmuştu çünkü. Kendileri sürekli müsriflik yapan, açıklarını kapatmak için borçlanan, kazançlarını yurtdışında tutan, acil para gerektiğinde dışarıdaki kendi paralarını yüksek
faizli
kredi olarak Türkiye'ye getiren bazı işadamları, IMF ile yapılacak anlaşmaya bel bağlamışlardı. IMF 11 milyar dolar kredi verecekti Türkiye'ye, hükümet de dışarıya olan borçlarını ödeyebilsinler diye parayı onlara aktaracaktı.
"Yandık, bittik, öldük" diye bağıran
manşetler ve "IMF'yle anlaşılmazsa
kriz derinleşir" yorumları onların etkileri altındaki gazetelerde çıkıyordu. Hemen her gün... Etki alanları dışındaki siyasiler, bürokratlar, bilimadamları, yazarlar bile, hiç gereği olmadığını çok iyi bildikleri halde, sırf onları kırmamak için, ağızlarını açıp "Bu yanlıştır" demiyorlardı... Böyle bir ortamda, Türkiye, birkaç kez IMF'yle anlaşmanın eşiğine kadar gitti geldi.
Papandreu'nun "Biz de Türkiye gibi yapacağız" dediğini okuyunca, "Biz de
Yunanlılar, İrlandalılar, Portekizliler ve İspanyollar gibi yapsaydık, acaba şimdi ne durumda olurduk?" sorusu aklıma geliyor...
Herhalde IMF'ye 50 milyar doların üzerinde borçlanır ve diğerleri gibi bugün kendimizi üç-beş IMF bürokratının insafına terk etmiş olurduk...
En az 25 yıldır ülkemizde IMF'nin sürekli bir temsilcisi var. Bundan on yıl öncesine kadar hem IMF'nin ülkemizdeki temsilcisinin hem de sık sık Türkiye'ye gelip ekonomimizi mercek altına alan başka görevlilerinin isimlerini ezbere bilirdik.
Şimdi yine bir temsilcisi var IMF'nin Ankara'da, ama adamın adını bilenimiz olduğunu sanmıyorum...
Hayli zaman önce bazı ekonomi hocalarıyla birlikte Washington'a uğramışken ABD başkentindeki uluslararası kurumlarda çalışan bürokratlarla bir sofra etrafında buluşmuştuk. Benim masama düşen
genç ekonomistlerden biri şunu söylemişti: "İnanmayacaksınız, ama maaşlarımızı Türkiye sayesinde ödüyor IMF..."
Şimdilerde Yunanlılar, Portekizliler, İrlandalılar, İspanyollar ödüyor IMF çalışanlarının maaşlarını...
Büyük ihtimalle, IMF, uluslararası memur alırken Türkiye'den başvurulara öncelik veriyordur; bizimkilerin
ekonomik sorunların çözümünde daha usta olacakları varsayımıyla...
Bizler "Kriz lobisine dikkat", "Faiz lobisi gereksiz yere IMF'ye itiyor" diye yazarken karşı çıkanlar,
12 Haziran sonrası gerçekleri fısıldamaya başladılar. Aşağıda okuyacaklarınız sandıktan neden Ak Parti'nin oylarını artırdığını anlatmak üzere en kalabalık ekonomi sayfasına sahip gazetede çıktı. Okuyalım:
"Ak Parti'nin 8.5 yıllık iktidarı süresince, gayri safi milli hasılanın 1 trilyon lirayı aşması, Türkiye'nin dünyanın 3'üncü, Avrupa'nın en hızlı büyüyen ülkesi olması, kamu net borç stoğunun GSYH'ya oranının yüzde 30'un altına inmesi, IMF'ye olan borcun 5.1 milyar liraya gerilemesi, ihracatın 114 milyar dolara yükselmesi, enflasyonun yüzde 6.4'e düşmesi gibi makro ekonomik iyileşmeler yaşanması bu hükümetin artıları arasında yer alıyor."
Faizler düşmüş,
emekli maaşları yükselmiş, sağlık bütçesi artırılmış, yeni hastaneler yapılmış, sosyal
yardımlar yaygınlaşmış...
Bakın daha neler olmuş: "
Sosyal yardım ve sağlık alanındaki iyileştirmeler
yoksul seçmeni etkileyen en önemli konular olarak öne çıkıyor. Eğitim, sağlık, sosyal koruma, emekli aylıkları, sosyal yardım ve primsiz ödemelerle doğrudan gelir desteği ödemelerinin toplamı 2002'deki 47.5 milyar lira seviyesinden 2011'de 210 milyar liraya yükseldi." (
Hürriyet, 15 Haziran 2011).
Yakında cari açığın ekonomi için muhtemel tehlikesinden bile söz etmez hale gelirlerse şaşırmayacağım.
Değişimi Papandreu mu sağladı, yoksa seçmen mi? Ne dersiniz?